TARSUSLU KARACAOĞLAN
SUNUŞ
Genellikle halk şairlerinin doğum tarihleri, yaşantıları ve ölümleri konusunda yeterli bilgi yoktur. Bilgi olmayınca, şairlerin şiirlerinden ipuçları aranmaktadır. Bu şiirler doğru yorumlanınca gerçeğe yakın tahminler çıkmaktadır. Ama hatalı yorumlar yapılınca yanlış sonuçlara ulaşılmaktadır. Ayrıca hayatı konusunda bilgi boşlukları efsaneler tarafından doldurulmaktadır.
Karacaoğlan’ın hayatında bu bilgi eksikleri fazlasıyla vardır. Şimdiye kadar şiirleri hatalı yorumlanmıştır. Bu sebeple birkaç doğum ve ölüm yeri bulunmuştur. Bilinmeyen bilgilerin yerini de efsaneler almıştır.
Karacaoğlan’ın doğum yeri olarak yerler, O’nun şiirinin hatalı yorumlanmasından kaynaklanmaktadır. Ama yakın bir zamanda İsmail Ateş’in yorumu, bu konuya yeni boyut kazandırmıştır. Karacaoğlan Tarsus’ta doğmuştur.
Yapılan araştırmaların büyük bir kısmında, ölüm yeri olarak Tarsus’ta bulunan Eshab-ı Kehf mağarası gösterilmektedir. Bu bilgiler ışığında Karacaoğlan’ın Tarsus’ta doğup, Tarsus’ta öldüğünü; yazları yaylalarda, kışları ovada yaşadığını; ömrünün bir bölümünü başka yerleri gezerek geçirdiğini rahatlıkla söyleyebilirim.
Bu bilgilerden sonra Tarsus Belediyesi de 2000 tarihinden itibaren Tarsus’ta “Karacaoğlan Şiir Akşamları” düzenlemektedir.
Karacaoğlan’ı okuyalım, öğrenelim. Kitabı bitirdiğiniz zaman, kalemi elinize alacağınızı umuyorum.
Sevgimiz ve duamız Tarsuslu Karacaoğlan’a olsun.
TARSUSLU KARACAOĞLAN
Türk halk şiirinin büyük ustasıdır. Doğumu, yaşadığı dönem ve ölümü konusunda kesin bilgiler yoktur. Araştırmacılar dolaylı belgelerde ve O’nun şiirlerinden bir takım ipuçları bulmaya çalıştılar. Ancak bu yöntem her zaman beklenen sonucu vermeyebilir. Diğer halk şairlerinde de aynı sorunlar yaşanmıştır. Elde edilen bilgiler, araştırmacılar tarafından farklı yorumlanmaktadır. Bu da, o insanların değişik sonuçlara ulaşmalarına yol açmıştır.
DOĞUM YERİ
Karacaoğlan’ın doğum yeri konusunda kesin bir bilgi yok. Elde edilen belgeler, bilgiler ve şiirlerinden yorumlananlar sonunda, Karacaoğlan doğum yerinin birden çok olduğu tahmin edilmiştir.
Burada o tahmin edilen yerleri sıralarken, ayrıca Karacaoğlan’ın doğum yeri konusundaki İsmail Ateş’in ortaya koyduğu son iddiayı da açıklayacağım. Karacaoğlan Tarsus’ta doğmuştur.
Karacaoğlan’ın doğduğu yerlerle ilgili tahminleri şöyle sıralayabiliriz:
Feke ilçesinin Gökçe köyünde;
Kilis’in Musabeyli bucağında;
Gökçeli köyünde;
Mut’ta Çukurköy’de.
Meşhur Türkolog W. Radlof ise Karacaoğlan’ın Belgrad’da doğduğunu ve adının Simayil olduğunu yazdı.
Ayrıca bunlardan başka ve en yaygın olanı şöyledir:
Karacaoğlan’ın Bahçe ilçesinin Farsak köyünde doğmuş olduğu. Burada yaşayan Sail oğullarındandır. Adı Hasan, babası Türkmen aşiretinden Kara İlyas’tır. Bu bilgiyi, Akşehirli Ahmet Hamdi Efendi’nin hatıra defteri desteklediği için en yaygın doğum yeri bu olmuştur.
Akşehirli Ahmet Hamdi Efendi, Varsak köyünde 1876 yılında hatıra defterine şunları yazmıştır:
“Malum ola ki, Karacaoğlan; Varsak kalesinde dünyaya gelip babası Türkmen aşiretinden Kara İlyas, fakir-el hâl olmağla sayd-ü şikârla taayyuş eder olup (Hicri) 1013 (Milâdî: 1604) tarihinde Kozan derebeylerinden Hüsam Bey’in sayılı namıyla tut-kap asker devşirdiği hengâmda orada gaip olduğu için lâkapları Sayılıoğlu kaldığı ve el-yevm karyei mezbur hanedanı Sayılzâde Mehmet Efendi’den anlaşılmıştır. Karacaoğlan’ın adı Hasan olup öksüz büyümüş. Vechen karayağız ve fakir çocuğu olduğu için buna Karacaoğlan denilip böylece anıldığı… Karacaoğlan delikanlı iken munis ve zeyrekliği hasebiyle ol vaktin karye ağalarından Serdengeçti Osman Ağa, Karacaoğlan’ı evlâtlık şekliyle diğer bir fakir aileye kızıyla teehhül ettirmiş ise de kız hor ve çirkin olduğundan Karacaoğlan babası gibi Sayıl askerliğine tutulacağını anlayıp yirmi dört yaşında Varsak’tan firarla mekânın gaip ederek, encam Maraş’ta Zülgaroğlu (Zülkadir) Hüsam Bey’in himayesinde altı sene teehhül ümidiyle kalıp, teehhül ümidi münkesir olunca oradan müferakatla yine geşt-i diyara başlayıp on dokuz sene sonra vatanına gelmişse de fazla barınamayıp elli beş yaşında Tarsus tarikıyla tekrar geşt-i diyâra der-ban olduğu kayıtlıdır.”
Hatırattaki bu bilgiler, Karacaoğlan’ın, Bahçe’nin Farsak köyünde doğduğu tahminini kuvvetlendirmekteydi.
Şimdi bu konuda yeni bir tez, yeni bir yoruma yer vererek, Karacaoğlan’ın dünyanın en eski şehirlerinden biri olan Tarsus’ta doğduğunu bilginize sunacağım.
Karacaoğlan’ın bir şiirinde aslını, yerini yurdunu anlattığını okuyoruz. Araştırmacıların yanılma noktası da bu mısraların yorumlanmasıyla ortaya çıkmaktadır.
Karacaoğlan’ın şiiri şöyledir:
“Kozan dağından neslimiz
Arı Türkmen’dir aslımız
Varsak’tır durak yerimiz
Göğce idi benim elim durağım”
Bir başka mısrası şöyledir:
“Göğçe’den çıktım çocuktum”
Bu mısraların hatalı yorumlanması ile Karacaoğlan’ın doğum yeri yanlışlıkla Kozan-Feke-Varsak köyünün işaret edildiği tahmin edilmektedir.
Karacaoğlan en büyük halk şairimiz olduğu için, O’na sahip çıkanların çok olması normaldir, sevindiricidir. Bu sebeple O’na Barak ve Çavuşlu Türkmenleri gibi Türkmenistan’daki bilim adamları da sahip çıkmaktadırlar.
Şimdi bu mısraları yeniden yorumlayarak Karacaoğlan’ın Tarsus’ta doğduğunu ispatlayan folklor araştırmacısı İsmail Ateş’in görüşlerini birlikte okuyalım:
“Adı geçen Kozan dağı, Karacaoğlan’ın yaşadığı dönemde Bulgar (Bolkar) dağıdır. Bugünkü Kozan’ın adı ise Sis’tir. 13. yüzyılda Anadolu’ya gelen Varsak Yürükleri’nin kışlağı Tarsus Ovası, yaylağı ise Ala Kozan (Bulgar/Bolkar) dağıdır. Bulgar dağı, adını sanıldığı gibi Bulgarlardan değil, Boğadan alır. Boğalar dağı, Bulgar dağı, Bolkar dağı şeklinde söylenir.
Ali Rıza Yalman Bulgar dağını şöyle tarif eder:
“Batısında Göksu nehri, doğusunda Pozantı, Çakıt, Karapınar çayları, kuzeyinde Karaman, Ereğli, güneyinde Tarsus ve Akdeniz vardır.”
Şairin sözünü ettiği Kozan dağı, bu Ala Kozan (Bulgar/Bolkar) dağıdır. Yani Tarsus’un yaylası. Dünkü Sis, bugünkü Kozan ise Karacaoğlan’ın yaşadığı dönemden 50 sene sonra Kusun Boyu’nun yurdu olmuştur. Kozan adı, Bulgar dağında yazlayan, Tarsus’ta kışlayan Varsak Yörüklerinin en büyük boyu olan Kusun’dan gelir. Üçokların Yüreğir boyuna bağlı Varsakların, Anadolu’ya ilk gelip yerleştiği yer Tarsus olup Kusun, Kuştimur, Elvanlı, Ulaş, Göğçeli boylarından oluşur. İşte Karacaoğlan’ın türküsünde de adı geçen Göğçe, köy adı değil, boy adıdır. 16. yüzyılda Çukurova’da yerleşik Yörük yoktur. Karacaoğlan hemen bütün şiirlerinde konargöçer olduğunu söyler. T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı web sayfasında Ozan’ın memleketi olarak gösterilen Mut, dağlık Kilikya olarak geçer. Türkçe adı Bozkır Taşelisi’dir. Osmaniye-Bahçe ilçesine bağlı Varsak köyü ise 17. yüzyıldan çok sonra kurulmuştur. Tıpkı Antalya’nın Varsak ilçesi gibi. Osmanlı-Karamanlı savaşlarında Karamanoğlu’nun en büyük gücü Varsaklar’dı. Osmanlı galibiyetinde, Osmanlı İmparatorluğu sınırları içerisinde dağıtıldılar. Varsak boyunun en büyük obası, 17. yüzyıl ilk yıllarında Sis’e sürgün edildiler. Kusunoğulları (Kozanoğulları) bu tarihten sonra Sis bölgesinde görülür. Oysa Karacaoğlan’ın yaşadığı yıllar 1606-1688 Varsak’ın en güçlü ve birlik olduğu yıllardır. Ata yurdu Tarsus Ovası’ndan başka yere ayrılmaz. Mut’un Çukurköy’ü ölçüyse, Tarsus’un da Çukur Köy’ü var. Hikâye baz alınıyorsa, Eshab-ı Kehf Mağarası’nın karşısında Karacadağ (Göçük köyü üstündeki Karadağ) değil mi? Ya da Kırklarsırtı’ndaki Kırklar Mağarası niye olmasın? Yörüklerde ocak kutsallığından her kim olursa olsun, nereye giderse gitsin, dönüp geleceği yer baba ocağıdır. Bütün kaynaklar Karacaoğlan’ın Tarsus’ta öldüğü konusunda birleşiyorlar.
Ünlü Yörük ozanımız Karacaoğlan’ın Mutlu olamayacağı ortadadır. Kısaca özetlersek, 16. ve 17. yüzyıllarda Mut, Taşeli; Kozan ise Sis’tir. Sırf şiirlerinin birisinde “Çukurovalıyım” diyor, o zaman “bizim Çukur köylüdür” demek, hangi akıl, mantık işidir, bilinmez. Bu yüzyıllarda Mut yöresinde Varsak değil, Bozdoğan oymağı yaşamaktadır. Sis bölgesinde ise Gündüzoğlu Avşar’ı hâkimdir. Oysa 13. yüzyıldan itibaren Tarsus, Varsak yurdudur. Asıl adının Halil, Hasan veya İsmail olduğu tüm kayıtlarda ve araştırmalarda sabit. Ölüm yerinin de Tarsus olduğu kesin. Eshab-ı Kehf Mağarası veya Kırklar Mağarası’nın adı geçiyor. Kaldı ki yörede irili ufaklı binlerce mağara var. …
Sonuç olarak KARACAOĞLAN nereden bakılırsa bakılsın, nasıl görülürse görülsün, hangi telden dinlenirse dinlensin, doğma büyüme “TARSUS”ludur. Mezarı da Tarsus’ta bilinmeyen bir yerdedir.
HAYAT HİKÂYESİ
Karacaoğlan nerede doğdu, nerede yaşadı, nerede öldü? Bunların hepsine cevap vermek bir muamma. Bunun içinden çıkmak zordur. Halk şairlerinin yaşadıkları dönem eserleri veya sonraki yüzyıllardaki eserler ve şairlerin kendi söyledikleri önemli ipuçlarını elde etmeye yarar. Ancak bu ipuçlarını yorumlarken yapılan hatalar, bizi yanlış sonuçlara ulaştırır. Bu sebeple Karacaoğlan, bir yerde değil, pek çok yerde doğmuştur. Barak ve Çavuşlu Türkmenlerinden, Karakeçili oymağından, Feke İlçesindeki Varsak köyünden, Antep yöresi, Suriye sınırları içindeki Akpınar köyünden ve Erzurum’dandır.
Yaşayışı konusunda fazla polemik olmamakla birlikte ölüm yeri de, doğum yeri gibi bir tane değildir. En yaygın kanaat Tarsus Eshab-ı Kehf Mağarası ile Mut görülmektedir. Ancak söylentinin sonucuna göre Tarsus’ta bulunan Eshab-ı Kehf Mağarası veya bu çevredeki mağaralardan biri olduğu akla daha yatkındır. Çünkü insanlar, doğdukları yere dönme, bu çevrede yaşama içgüdüsüne sahiptirler.
“Karacaoğlan” ile ilgili kitaplarda yer alan hayatı konusundaki efsane şöyledir:
Karacaoğlan, sazını, sözünü çevresine kabul ettirmiş, genç yaşta ününü çevre illere duyurmuş bir halk şairidir. Karacaoğlan’ın şiirlerinden de anlaşıldığı gibi, kendisi güzele âşıktır. O’nun sesini, sazını dinleyip de O’na âşık olmayanı düşünmemek gerekir.
Karacaoğlan, obasında bir kızı sever. Karacaoğlan yoksuldur, kimsesizdir. Sevdiği kızı vermek istemezler. Kızı, baskıyla başkasıyla evlendirirler. Karacaoğlan, bu acıya dayanamaz, gurbetin yollarına çıkar. Ünü çevrede duyulduğu için gittiği yerlerde yabancılık çektirmezler. Adı ise ağızdan ağza dolaşır, ünü daha da yaygınlaşır. Bu sefer bir oba beyinin kızına gönül verir. Kız da O’nu sever. Bey kızını bir yoksula vermek zor bir iştir. Kaçsalar, peşlerine ağanın silahlı adamları takılacak. Oba halkı araya girdi. İki aşığa sahip çıktılar. Bey’in öfkesini dindirdiler. İkna ettiler. Karacaoğlan ile Elif kızın birleşmesini sağladılar. Bu evlilik obada herkesi mutlu etti. Ama sadece bir kişi buna sevinemedi: Bey’in yeğeni. Elif’e eskiden beri takıntı olan, ele avuca sığmayan, serseri tipli bu yeğen, evlenmesine rağmen Elif’in peşindeydi. Bulduğu her fırsatta Elif’i rahatsız ediyordu. Karacaoğlan duysa tatsızlık çıkacak, obanın huzuru bozulacaktı. Bey ise belki daha kötü bir iş yapabilirdi.
Kış gelip, obalar Çukurova’ya inince, Karacaoğlan, düğünlere çağrılırdı. Karacaoğlan’sız hemen hemen hiç bir düğün yapılmazdı. Karacaoğlan da hiç birini geri çevirmek istemez, düğünden düğüne koşardı. Geçimini çıkarmaya çalışırdı.
Karacaoğlan düğünlerde söylerken, Elif, “gidip Bey’in yeğenine yalvarayım, peşimi bıraksın, bir rezillik çıkmadan bu işi bitirelim” diye düşündü. Çadırından çıkmayan Elif, bir gün bu adamın önüne dikildi:
“Etme ağam, bozma yuvamızı”
dedi. Delikanlı;
“Senin peşini bırakırım, ama bir şartım var”
dedi. Elif:
“Nedir?”
diye sordu.
“Bir gece yanında sana elimi bile değmeden yatmam gerek. Yoksa bu sevda bu yürekten çıkmaz.”
Elif bir an düşündü; sonra bir gecelik sıkıntıyla bu belâdan kurtulacağını düşünerek kabul etti.
“Elini bile dokundurmayacağına yemin eder misin?”
diye delikanlıdan söz aldı. Delikanlı:
“Kur'an'a el basarım…”
Bu söz üzerine, Elif, o gece delikanlıyı çadırına aldı. Birlikte yatağa uzandılar. Delikanlı sözünde durup ona dokunmadı. Ve bir süre sonra da uyuyakaldı. Elif’i ise uyku tutmuyordu.
Karacaoğlan, bir düğünde saz çalıp türkü söylüyordu. Şimdiye kadar olmayan bir şey başına geldi. Sazının bir teli koptu. Telin kopmasıyla birlikte yüreğinde bir bunalma oldu. İçine bir sıkıntı girdi. İzin isteyip yollara düştü. Obaya geldiğinde güneş doğmamıştı. Çadırın kapısını araladığı zaman yatağında bir delikanlının yattığını gördü. Elif ile birlikte yatıyordu. O ana kadar uyumayan Elif, Karacaoğlan’ı görünce ne yapacağını, ne söyleyeceğini bilemedi. İçinde bulunduğu durumu nasıl açıklayabilirdi? Gözlerini kapadı. Karacaoğlan, sırtındaki abasını çıkarıp üzerlerine örttü. Ses çıkarmadan çadırdan çıktı. Aynı sessizlik içinde obadan ayrıldı. Elif’ten başka O’nun geldiğini gören olmadı.
Elif, gözlerini açtığı zaman, Karacaoğlan’ın abasını üstlerinde görünce, çığlık çığlığa bağırarak çadırından fırladı.
“Karacaoğlan… Karacaoğlan…”
Ama Karacaoğlan yoktu. O’nu gören de yoktu.
Seslere uyanan oba, olayı öğrenince, Bey’in yeğenini aralarına alıp döve döve öldürdüler. “Seni toprak bile kabul etmez” diyerek bir uçurumdan aşağı attılar. Daha sonra gruplar halinde dağ demeden, taş demeden Karacaoğlan'ı aradılar. Fakat izine dahi rastlamadılar.
Söylentiye göre, Karacaoğlan, Tarsus’taki Eshab-ı Kehf Mağarası’na veya onun yakınlarındaki başka bir mağaraya sığınmış. Orada almış sazını, başlamış çalıp söylemeye… Oradan geçen çobanların Karacaoğlan’ın türkülerini dinledikleri söylenir. Ama O’nun dışarı çıktığını gören, duyan olmamıştı.
YAŞADIĞI DÖNEM
Karacaoğlan’ın yaşadığı dönem üzerinde de fikir birliğine varılamamıştır. 15. yüzyıl sonlarında, 16. yüzyılda ve 17. yüzyılda yaşadığı konusunda bilgiler bulunmuştur. Burada bir mi, yoksa birden çok Karacaoğlan mı yaşamıştır? Eldeki belgeler bizi değişik sonuçlara ve kanaatlere ulaştırmaktadır.
1546’da tamamlanan Latifi Tezkiresi, 16. yüzyılda bir “Karaoğlan” veya “Karacaoğlan” adında çok ünlü bir saz şairinin yaşamış olduğunu söylemektedir.
Surnâme-i Hümâyun adlı yazma eserde Sultan III. Murat’ın 1582 yılında yaptırdığı sünnet düğünü anlatılırken Karacaoğlan adı geçmektedir. Buna göre, bu tarihte Karacaoğlan’ın yaygın bir ünü vardır. Fakat karşı görüşe göre ise 16. yüzyılda yaşamış bir başka Karacaoğlan vardır.
17. yüzyılda Sultan İbrahim (1640-1649) zamanında bir Lehli müzisyen tutsak olarak İstanbul’a getirilir. Saraya müzik öğretmeni olarak alınır. Müslüman olup Ali Ufkî adını alır. Ali Ufkî, o zamanın dört yüz kadar türküsünü batı notasına alırken Karacaoğlan’ın da iki türküsünü koleksiyonuna katmıştır. Bu da gösteriyor ki, İstanbul’da âşığımızın türküleri söylenmiştir. Bazı tarihî türkülerinden, dilinden, en eski şiirlerinin 17. yüzyıl cönklerinde bulunmasından Karacaoğlan’ın bu yüzyılda yaşadığı anlaşılmaktadır.
DİLİ VE ŞİİRLERİ
Karacaoğlan şiirleri gerek güney illerinde, gerekse Türkiye çapında bir simgedir. Pek çok şairimiz O’ndan etkilenmiştir. O’nun gibi söylemişlerdir. Karacaoğlan aynı zamanda bir beste ve makam sahibidir. Türkmenler, türkü söylemek yerine “Karacaoğlan çığıralım” derler.
Karacaoğlan’ın beş yüzden fazla şiiri vardır. Halkın içinde yaşamış, halkın anladığı dilde konuşmuş, söylemiş, halkın duygularını dile getirmiştir. Şiirde güçlü bir kişiliği vardır. Âşık edebiyatında yeni bir çığır açmıştır. Divan edebiyatının etkisinde kalmadan, sadece hece ölçüsüyle söylemiştir. Hece ölçüsünün de 11’li (6+5) ve 8’li (4+4) kalıplarını kullanmıştır.
Karacaoğlan eserlerinde tasavvufun veya tekke edebiyatının etkisini de göremiyoruz. Karacaoğlan’ın aşkı insanidir. O’nun şiirleri sevdiği, görüp beğendiği güzeller ile yaşadığı, gezdiği yerler üzerinedir.
Karacaoğlan Türkçeyi çok iyi kullanmıştır. Türkülerinde hiçbir zorlama yoktur. Akıcı, sade ve halkın kullandığı dili kullanmıştır. Şiirler, kendiliğinden söylenmiş gibi tabiidir.
Karacaoğlan sadece güzellere âşık olmamıştır; tabiat güzelliklerine de âşıktır. Onları çok güzel örneklerle önümüze sunmaktadır.
Şiirlerinde kullandığı dilin o günkü saf Türkçe olması, anlatımı başarılı, ifadeleri açık, anlaşılır olması sebebiyle, hem Türkçemizi yaşatmıştır ve hem de bu kadar yüzyıllar geçmesine rağmen ağızdan düşmemiştir.
KARACAOĞLAN’IN ŞİİRLERİNDEN SEÇMELER
**
Kadir Mevlam senden bir dileğim var
Muhannes, kuluna muhtaç eyleme
Cennet-i alayı nasib et bana
Sırat köprüsünden yolum bağlama
Kapımıza kara deve çökünce
Fırtınası şol âlemi yıkınca
Cehenneme kul seçilip çıkınca
Kadir Mevla’m o kullardan eyleme
Kadir Mevla’m ateş atma özüme
Dünya malı görünmüyor gözüme
Kadir Mevla’m sen bak benim yüzüme
Cehennemin ateşiyle dağlama
Karacaoğlan hata çıkmaz dilimden
Kocadım da hayır gelmez elimden
Kadir Mevla’m asla geçmez kulundan
Deli gönül ah çekip de ağlama
**
Dinle sana bir nasihat edeyim
Hatırdan gönülden geçici olma
Yiğidin başına bir iş gelince
Anı yâd illere açıcı olma
Mecliste arif ol kelâmı dinle
El iki söylerse sen birin söyle
Elinden geldikçe sen iy’1ik eyle
Hatıra dokunup yıkıcı olma
Dokunur hatıra kendisin bilmez
Asılzadelerden hiç kemlik gelmez
Sen iy’lik et de o zayi olmaz
Darılıp ta başa kakıcı olma
İl ariftir yoklar senin bendini
Dağıtırlar duzağını fendini
Alçaklarda otur gözet kendini
Katı yükseklerden uçucu olma
Muradım nasihat bunda söylemek
Size layık olan onu dinlemek
Sev seni seveni zây'etme emek
Sevenin sözünden geçici olma
Karac'oğlan söyler sözün başanr
Aşkın deryasını boydan aşınr
Seni bir mecliste hacil düşürür
Kötülerle konup göçücü olma
**
Sabahtan uğradım ben bir güzele
Var git hey vefasız kul dedi bana
Celladın olurum kıyarım cana
Var bunu böylece bil dedi bana
Ufacık taşınan kule yapılmaz
Karanlık gecede yâre bakılmaz
Var git oğlan var git elim dokunmaz
İstersen öcünden öl dedi bana
Dere suyu gibi çağlayıp akma
Çevrilip çevrilip önüne bakma
Ben senin olurum kasavet çekme
Yeter ağladığın gül dedi bana
Karac’oğlan der ki çağlar çağında
Arzumanım kaldı göğsü ağında
Akşam sularında yatsı sonunda
Gel de muradını al dedi bana
**
Dört kitaptan başlayalım elife
Bir isim yazılmış kuldan ziyade
İbrişim saçında eğmeli zülüf'
Sırmalar karışmış telden ziyade
Eğdirme kaşını bakmam yüzüne
Ben gibi ateşler düşsün özüne
Yemesem içmesem baksam yüzüne
Şekerden kaymaktan baldan ziyade
Kaşların göz ile eyliyor cengi
Söyleşir yavrular koç yiğit dengi
Çiçekte meyvede yoktur mendendi
Lâleden kırmızı gülden ziyade
Aşık da âşığı zor ile yıkmaz
Ölse de âşığın hiç sırrı çıkmaz
Benim gönlüm olur olmaza akmaz
Akıttın gönlümü selden ziyade
Karac'oğlan der ki yurdun tazele
Gönül bir çift şahin konmuş gazele
Çirkin bana kurban ben de güzele
Can sever güzeli maldan ziyade
**
Ilgıt ılgıt esen seher yelleri
Sevdiğim dağların salında kaldı
Bir yanı lâle de bir yanı sümbül
Gönül mürüvvetsiz gelinde kaldı
Gelip oturalım edepli utlu
İkimiz arası pek muhabbetli
Sırmalı tellerden altun savatlı
Kemer kuşak kızın belinde kaldı
Gel sevdiğim sığınalım Subhan'a
Yavru şahan derler avın kapana
Meze olsun al yanaktan öpene
Âh ü zarım tatlı dilinde kaldı
Gelindi her Karac'oğlan gelindi
Kara bağrım delik delik delindi
Ciğer paralandı iki bölündü
Bir bölüğü kızın elinde kaldı
**
Bir yiğit te bir güzeli severse
Emrettiği yere hemen gelmeli
Ardına düşmeyle güzel sevilmez
Güzelleri koşup koşup bulmalı
Zehirdir kötünün ekmeği yenmez
Mert olan erkeğin ışığı sönmez.
Bir güzel seversen sözünden dönmez
Sevdiğinin halinden de bilmeli
Dolandım dağları borlara düştüm
Kız senin derdinden odlara düştüm
Çaresi bulunmaz dertlere düştüm
Dostunun derdine ortak olmalı
Karac'oğlan der ki n'olup n'olmadan
Dost ağlayıp düşman bize gülmeden
Biri ölüp biri ile kalmadan
Ölecekse ikisi de ölmeli
**
Biz de düştük bir güzelin ardına
Güzel göçmüş biz konalım yurduna
Yıkılası karlı dağın ardına
Çekip gider bir gözleri sürmeli
Deniz kenarında yerler hurmayı
Kılavuz gönderdim telli turnayı
Ak göğsün üstünde sedef düğmeyi
Çözüp gider bir gözleri sürmeli
Havayi hey deli gönül havayi
Ay doğmadan şavkı vurdu ovayı
Türkmen kızı katarlamış mayayı
Geçip gider bir gözleri sürmeli
Dört yanında Arap attan inerler
Yürü diye küheylana binerler
Güzellerin sulağına konarlar
Konup göçer bir gözleri sürmeli
Başına almış bir ince yemeni
Aramızdan kaldıralım gümeni
Ak topuk üstünde sandal turnanı
Boğup gider bir gözleri sürmeli
Karac'oğlan der de lebin bal gibi
Giydiğin elbise sırma tel gibi
Reyhana karışmış gonca gül gibi
Kokup gider bir gözleri sürmeli
**
Gel deyi deyi de getirdin beni
Bana kâr eyliyor kaşın sürmeli
Öksüz gibi boyuncuğum bükerim
Hoşuna mı gitti işin sürmeli
Yaz baharın suyu gibi bulandım
Heybe taktım kapı kapı dilendim
Yedi iklim dört köşeyi dolandım
Vallahi görmedim eşin sürmeli
Kadir Mevla’m seni bana deng ede
Ah çekince yüreğimden kan gide
Gözler kara kara kirpik ceng ede
Yıkıyor âlemi kaşın sürmeli
Karac'oğlan berkçe yapış sen dalda
Ben seni severim, ta can ü dilde
Yüzlerin portakal irengin gülde
Dünyada bulunmaz döşün sürmeli
**
Ala gözlerini sevdiğim dilber
Yurtlarınız çayır çimen pınar mı?
Mevla’m güzelliği hep sana vermiş
Seni gören başkasını dener mi?
Salını salını gelmiş pınara
Kadir Mevla’m işimizi onara
Gün doğmadan şavkın düşmüş pınara
Gün üstüne bir gün daha doğar mı?
Kırmızı gülden rengini almışsın
Güzellikte kemalini bulmuşsun
Salını salını suya gelmişsin
Güzel senin ziyaretin pınar mı?
Karacaoğlan der ki ermediler mi?
Tomurcuk güllerin dermediler mi?
Seni sevdiğine vermediler mi?
Eşinden ayrılan dilber onar mı?
**
Sabahtan uğradım ben bir güzele
Vasfını medh eden dil incinir mi?
Zülüfünü o ala gözün üstüne
Tarayıp toplayan el incinir mi?
Benim yârim şu dünyada birinci
Aklımı başımdan aldı görüncü
Almayı ayvayı narı turuncu
Dördünü götüren dal incinir mi?
Benim yârim şu dünyada haramî
Attı zalim okun açtı yaramı
Bir kiraz dudaklı emdi şuramı
Hiç gerdanı emen dil incinir mi?
Karac'oğlan der de bir ah derinden
Ciğer kebap oldu yandı korundan
Mor bilekte siyah saçın ardından
Boynuna dolanan kol incinir mi?
**
Sabahtan uğradım ben bir güzele
Görse de görmezden gelir yâr beni
Düştüm ateşine yandım tutuştum
Karakaşlım ne hâldayım gör beni
Oturmuş sevdiğim zülfünü tarar
Gönül Mecnun olmuş Leyla'yı arar
Korkarım sevdiğim bir kötü sarar
İşitirsem helak eder ar beni
Ala gözlüm senin neslini bilmem
Öyle her kötüye meylimi vermem
Merd oğlu merdim ben sözünden dönmem
Çıktı sözüm yolunda bil yâr beni
Karac'oğlan der ulular ulusu
Başına vurunmuş çelenk eğrisi
Sana derim nazlım sözün doğrusu
Essah sözüm al koynuna sar beni
**
Çıktım yücesine seyran ederken
Ötüşür bülbüller gel deyi deyi
Sıdk ile baktım, da dostun yüzüne
El eder sevdiğim gel deyi deyi
Kaşlarını niçin yıkarsın dilber
Divit alıp defterini yazarlar
Evvel bizi beğenmeyen güzeller
Şimdi çağrışırlar al deyi deyi
Koç yiğitler gider gelir yazıdan
Yaralılar yatamıyor sızıdan
Akça ceylan kurtulursa tazıdan
Baş kaldırır gider çöl deyi deyi
Karac'oğlan der ki yemin etmeyin
Ballar yalayıp ta ağu yutmayın
Var git yiğit deyi bühtan etmeyin
Niçin söz verdin sen gel deyi deyi
**
Seyyah oldum gezdim gurbet illeri
Kâr etti bağrıma yeter ayrılık
Söyleyeyim başa gelen halleri
Ölümden çok çektim beter ayrılık
Şu aşkın ateşi sönmüyor serde
Ah çeker ağlarım gezdiğim yerde
Ben burda kalmışım dost gurbet ilde
Beni ilden il'e atar ayrılık
Ben terk eylesem de diyar-ı gurbet
Âşıklar sadıklar kavuşur elbet
Dost ile bir saat yapsam muhabbet
Sevdiğim gözüme tüter ayrılık
Karac'oğlan der ki terkin vericek
Ötüşür bülbüller gonca gülicek
Ben burda yar orda böyle kalıcak
İster ölüm olsun ister ayrılık
**
Bağlandı yollarım kaldım çaresiz
Gayrı dünya bana aralandı gel
Derildi dertlerim artsız arasız
Üst üste dizildi sıralandı gel
Yâri görse idim haftada ayda
Sevip ayrılmaktan ne buldum fayda
Azrail göğsümde canım hay hayda
Ciğerimin başı yaralandı gel
Karac'oğlan der ki başa yazıldı
Didem yaşı Ceyhun oldu süzüldü
Kefenim biçildi kabrim kazıldı
Mezarımın üstü karalandı gel
**
Ilgıt ılgıt esen seher yelleri
Esip esip yâre değmeli değil
Ak elleri elvan elvan kınalı
Karadır gözleri sürmeli değil
Yağdırır yağmuru yeli estirir
Kimini güldürür kimin' küstürür
Kısmet ise kadir Mevla’m gösterir
Sevmeli güzeli öğmeli değil
Bir bölük turna da havada uçar
İner engininden bir bade içer
Esen seher yeli göğsünü açar
Yar göğsün bendleri düğmeli değil
Turnalar katarla havada kışlar
Bak başıma geldi gördüğüm düşler
Size derim size yâren yoldaşlar
Kavli yalan dostu sevmeli değil
Karac'oğlan der ki konup göçmedim
Ak göğsünün düğmelerin açmadım
Fırsat elde iken alıp kaçmadım
Öldürmeli beni döğmeli değil
**
Her sabah her sabah salınan güzel
Salınma karşımda ilazım değil
Ben bilirim senin gönlün bendedir
Benim gönlüm geçti ilazım değil
Yine haber geldi yârden yanıma
Kötü sözler kâr etmiyor canıma
Gel der iken gelmez idin yanıma
Kız senin sevdiğin ilazım değil
O güzelin ayağında mesti var
Mutlak bizi öldürmeye kastı var
Benden başka sarılacak dostu var
Onlar varsın sarsın ilazım değil
Karac'oğlan cemalini kaldırsın
Mevla’m güzelliğin daha artırsın
Ölürsem cenazem iller kaldırsın
Gelmesin üstüme ilazım değil
**
Ötme turaç ötme işin var senin
Şahan salıp avlanacak yer değil
Vardım gördüm ağyar göçmüş yurdundan
Vatan tutup eğlenecek yer değil
Güzel senin ak saraylı yurdun var
Divitin var kalemin var ördün var
Güzel senin türlü türlü derdin var
Hoşça salın karşındaki tor değil
Bir düğme diktirem göğsün ağ ise
Etrafı da lâle sünbül bağ ise
Eğer güzel bende gönlün yuğ ise
Benim işim minnet ile zor değil
Karac'oğlan der gezelim yurtlan
Söyleyelim başa gelen dertleri
Sevmeseydim senin gibi sertleri
Ah n'eyleyim aklım başa yâr değil
**
Ala gözlüm ben bu ilden gidersem
Zülfü perişanım kal melil melil
Kerem et aklından çıkarma beni
Ağla gözyaşını sil melil melil
Yeğin ey sevdiğim sen seni gözet
Karayı bağla da beyazı çöz at
Doldur ver badeyi bir daha uzat
Ayrılık şerbetin ver melil melil
Elvan çiçeklerden sokma başına
Kudret kalemini çekme kaşına
Beni unutursan doyma yaşına
Gez benim aşkımla yar melil melil
Karac'oğlan der ki ölüp ölünce
Ben de güzel sevdim kendi halimce
Varıp gurbet ile vasıl olunca
Dostlardan haberim al melil melil
**
Sabahtan uğradım ben bir güzele
Yüzü de yaylanın karı mı bilmem
Geri dönüp haberini almadım
Şurda bir kötünün yâri mi bilmem
Geri dönüp haberini almadık
El bağlayıp divanına durmadık
Giyinmiş kuşanmış güzel görmedik
Al mı yeşil mi de sarı mı bilmem
Taramış zülfünü açmış aynını
İğmiş kametini bükmüş boynunu
Ayva turunç mekân tutmuş koynunu
Kokar güller gibi teri mi bilmem
Bir aşıkım Karac'oğlandır adım
Eridi karlar da kalmadı tadım
Verdiler güzeli ben almam dedim
Gezerim zararda kârımı bilmem
**
Döndüm dolaştım ben gurbet illeri
Dünyaya çıkmağa yol bulamadım
Bahçelerde gördüm birçok gülleri
Sevdiğime benzer gül bulamadım
Bıktım usandım da acı dillerden
Gamlar ile dolu uzun yıllardan
İmdat umar iken akan sellerden
Kendim gibi akan sel bulamadım
Yandım yakıldım ben bu ateşlere
Vardım takıldım da ben bir neştere
Delindi ciğerim serildim yere
Beni kaldıracak el bulamadım
Benim bu dünyaya geçmiyor nazım
Felekten kalmadı gayri niyazım
Halimi sen anla hey iki gözüm
Derdimi diyecek dil bulamadım
Bağıran çağıran aciz bülbülüm
Ne kadar bağırsam duymuyor gülüm
Karac'oğlan der ki imdatçım ölüm
Mezardan gayri bir yol bulamadım
**
Şu yalan dünyaya geldim geleli
Bir bağ dikip meyve yetiremedim
Alnı perçemli kulağı küpeli
Yârin gölgesinde oturamadım
Bulandı da deli gönül bulandı
Dolandı da dağı taşı dolandı
Bizim sürüye de bir kurt dadandı
Değiştim yurdumu kurtaramadım
Arzular da deli gönül arzular
Ağrıyor kemiğim iliğim sızlar
Ayrılalı ak körpecik kuzular
Anasız yavruyu yatıramadım
Karac'oğlan der ki fenadır fena
Nice bir ateşte yüreğim yana
Derdimin üstüne dert koydun gene
Ağırdır şileğim götüremedim
**
Nedendir de kömür gözlüm nedendir
Şu geceki benim uyamadığım
Çetin derler ayrılığın derdini
Ayrılık derdine doyamadığım
Dostun bahçesine yâd iller dolmuş
Gülünü toplarken fidanın kırmış
Şurda bir kötünün koynuna girmiş
A benim sevmeye kıyamadığım
Kömür gözlüm seni sevdim sakındım
İndim has bahçene güller sokundum
Bilmiyorum nerelerine dokundum
Bir belli haberin alamadığım
Karac'oğlan der ki yandım da öldüm
Her deliliği ben kendimde buldum
Dolanıp da kavil yerine geldim
Kavil yerlerinde bulamadığım
**
Kalk gidelim atım harap haneden
Kısmetimiz versin Mevla’m yaradan
Eğrikol'da yem yedirem atıma
Gece Eğrikol'da yatalım atım
Atıma bineyim edeyim sökün
Sağına soluna hamayil takın
Ağyar ırak derler Kefendiz yakın
Gece Kefendiz'de yatalım atım
At ile Kırım'ı aştıktan geri
Dizgini boynuna düştükten geri
Ak suyun köprüsün' geçtikten geri
Bu gece Göğsün'de yatalım atım
Maraş'tan ötesi uzak bir yoldur
Tatar deresinde dizginin kaldır
Öğle namazını göğsünde kıldır
Bu gece göğsün'de yatalım atım
İyi derler Elbistan'ın ovasın
Yaz getirir ılık ılık havasın
Koca Binboğa'da şahin yuvasın
Gece Binboğa'da yatalım atım
Atım Öğrek'te dokudan çulunu
Üç güzele ördüreyim yalını
Som gümüşten döktüreyim nalını
Bu gece Öğrek'te yatalım atım
Karac'oğlan der ki yârin yâr ise
Ağyar ile muhabbeti yoğ ise
Atım sende küheylanlık var ise
Gece yâr koynunda yatalım atım
**
Şu yalan dünyaya geldim geleli
Daha ne gelecek başıma benim
Eğer sevdiceğim benim olmazsa
Bakın şu didemin yaşına benim
Yüküm kumaştandır satamaz oldum
Bir kötüye meyil katamaz oldum
Kınaman komşular yatamaz oldum
Giriyor sevdiğim düşüme benim
İkrar verdi ikrarını güderim
İkrarsız dilberi ya ben n'iderim
Başım alıp diyar diyar giderim
Düşerse sevdiğim peşime benim
Karac'oğlan yâri gördüm ıraktan
Gözlerim dolmuştu kan ağlamaktan
Korkarım sevdiğim zalim felekten
Bir gün ağu katar aşıma benim
**
Çıktım yücesine seyran eyledim
Dost ile gezdiğim çöller perişan
Bir başıma olsam gam çekmez idim
Bir ben değil cümle âlem perişan
Başı pare pare dumanlı dağlar
Hastanın hâlinden ne bilir sağlar
Bozulmuş siyeci virane bağlar
Bülbülün konduğu güller perişan
Ezel biz de binerdik Arap ata
Türlü nimet çekilirdi somata
Terkettim sılayı çıktım gurbete
Altı Arap atlı beğler perişan
Fenadır dünyanın ötesi fena
Biz de erişmedik bir iyi güne
Terketmiş ilini bir benli suna
Ördeği gülmeyen göller perişan
Karac'oğlan der ki olaydı sözüm
Ayağın altına turabdır yüzüm
Kırılmış perdesi çalmıyor sazım
Sazlar düzen tutmaz teller perişan
**
Kömür gözlüm ben bu yerden gidersem
Var bana nisbetle gez uğrun uğrun
Rakip değilim ki aranı bozam
Yâdlara düğmeni çöz uğrun uğrun
Zulüm üstüne de olur mu zulüm
Bir gün duyarlarsa nic'olur halim
Kapının önüne uğrarsa yolum
Yaşmağını aç da süz uğrun uğrun
Düğün olup al bayrağın açınca
Usul boya yeşil kemha biçince
Yar salınıp kız karşına geçince
O zaman bildim ki söz uğrun uğrun
Düğün olur Arap atı yetişir
Bayram olur kanlı kinli barışır
Sevdiceğim yâdlar ile konuşur
Konuş yâdlar ile gez uğrun uğrun
Karac'oğlan der ki yalandır yalan
Aldatıp yârimi elimden alan
Gözyaşın mürekkep kirpiğin kalem
Ayrılık namesin yaz uğrun uğrun
**
Çukurova bayramlığını giyerken
Çıplaklığın üzerinden soyarken
Şubat ayı kış yelini kovarken
Cennet dense sana yakışır dağlar
Ağacınız yapraklarla donanır
Taşlarınız bir birliğe inanır
Hep çiçekler bağrınızda gönenir
Pınarınız çatlar akışır dağlar
Rüzgâr eser dallarınız atışır
Kuşlarınız birbiriyle ötüşür
Ören yerler bu bayramdan pek üşür
Sünbül niçin yaslı bakışır dağlar
Karac’oğlan size bakar sevinir
Sevinirken kalbi yanar gövünür
Kımıldanır hep dertlerim devinir
Yas ile sevincim yıkışır dağlar
**
Evvel bahar yaz ayları gelende
Lale sümbül dallanacak zamandır
Koç yiğitler sılasını arzular
Yâre name gönderecek zamandır
Âlim olan kulak verir va'zlara
Cahil olan sohbet katar sazlara
Benden selam söylen kuğu kazlara
Kuru güller sulanacak zamandır
Karac’oğlan der ki ben yana yana
Yârin sitem sözü kâr etti cana
Seherde oturur bülbül figana
Gayri kuşlar dillenecek zamandır
**
Bülbül ne yatarsın bahar erişti
Ulu sular bulandığı zamandır
Kat kat olup gül yaprağa karıştı
Gene bülbül kul olduğu zamandır
Gene bahar oldu açıldı güller
Figana başladı gene bülbüller
Başka bir hal olup açtı sümbüller
Âşıkların del'olduğu zamandır
Gene bülbül bilir gülün halinden
Yeter deli oldum yârin elinden
Aşıp aşıp gelir yayla belinden
Yârdan bize gel olduğu zamandır
Gene geldi türlü baharlar bağlar
Bülbül figan edip kamuyu dağlar
Türlü çiçeklerle bezenmiş dağlar
Ulu dağlar yol olduğu zamandır
Karac'oğlan der ki geçti çağlarım
Meyve vermez oldu gönül bağlarım
Aklıma geldikçe durmaz ağlarım
Gözüm yaşı sel olduğu zamandır
**
Kemler iyilik göremez
Gamlanma gönül gamlanma
Bin kaygu bir borç ödemez
Gamlanma gönül gamlanma
Koyun meler kuzu meler
Sular hendeğine dolar
Ağlayanlar bir gün güler
Gamlanma gönül gamlanma
Yiğit yiğidin yoldaşı
At yiğidin öz kardaşı
Sağlıktır her şeyin başı
Gamlanma gönül gamlanma
Yiğit yiğide yâr olur
Kötülerde ham süt olur
Kara gün ömrü az olur
Gamlanma gönül gamlanma
Naçar Karac'oğlan naçar
Pençe urup göğsün açar
Kara gündür gelir geçer
Gamlanma gönül gamlanma
**
İncecikten bir kar yağar
Tozar Elif Elif diye
Deli gönül abdal olmuş
Gezer Elif Elli diye
Elif'in uğru nakışlı
Yavru balaban bakışlı
Yayla çiçeği kokuşlu
Kokar Elif Elif diye
Elif kaşlarını çatar
Gamzesi sineme batar
Ak elleri kalem tutar
Yazar Elif Elif diye
Evlerinin önü çardak
Elif'in elinde bardak
Sanki yeşilbaşlı ördek
Yüzer Elif Elif diye
Karac'oğlan eğmelerin
Gönül sevmez değmelerin
İliklemiş düğmelerin
Çözer Elif Elif diye
**
Ağrı Dağı'nın taşında
Avcılar gezer başında
Yar yitirdim on beşinde
Sana geldim Ağrı Dağı
Ağrı Dağ'nın başı taşlı
Çelenleri hüma kuşlu
Yar yitirdim hilâl kaşlı
Sana geldim Ağrı Dağı
Ağrı Dağı'nın başları
Ötüşür hüma kuşları
Leyla’nın hilal kaşları
Sana geldim Ağrı Dağı
Ağrı Dağı'nın düzleri
Çığrışıp öter kazları
Köşe başında kızları
Sana geldim Ağrı Dağı
Ağrı Dağı'nın eteği
Çevresi arslan yatağı
Kalkımış kervan otağı
Sana geldim Ağrı Dağı.
Karac'oğlan döne döne
Gezer dağlar yana yana
Yitirdim yârim bir suna
Sana geldim Ağrı Dağı
**
Yürü behey Bulgar Dağı
Senden yüce dağ olma mı?
Sende yaylayan güzelin
Yanakları ağ olma mı?
Bulgar Dağı iki çatal
Arasında güller biter
Bir yiğide bir yar yeter
İki seven del’ olma mı?
Bulgar Dağı pare pare
Kim'al giyer kimi kare
Selâm eylen nazlı yâre
Ayrılanlar bir olma mı?
Yol üstünde iki hanlar
Hani sana konan canlar
Sevip sevip ayrılanlar
Yanıp yanıp kül olma mı?
Karac'oğlan seni gördüm
Düşümü hayıra yordum
Bu gün güzellere sordum
Bencileyin kul olma mı?
**
Evlerinin önü bakla
Çift güvercin atar takla
Al koynunda beni sakla
Sabahınan tana karşı
Evleri de çaya kondu
Güzelleri suya indi
Yârin meyli bize döndü
Sabahınan tana karşı
Evlerinin önü hurma
Dallarını sakın kırma
Ala göze siyah sürme
Ne hoş olur tana karşı
Urumili çok hoş olur
Güzelleri sarhoş olur
Güzel sevmek ne hoş olur
Sabahınan tana karşı
Evlerinin örtü susam
Çıkartsam mendilim yusam
Soyunsam koynuna girsem
Sabahınan tana karşı
Karac'oğlan gider gelmez
Esmasın yetiren onmaz
Yârin göçün çeken ölmez
Sabahınan tana karşı
**
Bana kara diyen dilber
Gözlerin kara değil mi?
Yüzünü sevdiren gelin
Kaşların kara değil mi?
Güzel ben seni isterim
Seni koynumda beslerim
Yüzünü güzel göreyim
Zülüfün kara değil mi?
Boyun uzun belin ince
Yanakların olmuş gonca
Salıverirsin kolunca
Beliğin kara değil mi?
Utanırsın akar terin
Güzellikte yok benzerin
En sevgili makbul yerin
Saçların kara değil mi?
Beni kara diye yerme
Mevla'm yaratmış hor görme
Ala göze siyah sürme
Çekilir kara değil mi?
Hind'den Yemen'den çekilir
İner Bağdad'a dökülür
Türlü taama ekilir
Biber de kara değil mi?
Göllerde kuğular olur
Göğsü ak kara benlidir
Mısır'da çok zengin vardır
Kölesi kara değil mi?
Pınara konan kuğunun
Kanadı beyaz çoğunun
Çöldeki Arap beğinin
Çadırı kara değil mi?
İller de konup göçerler
Lale sümbülü biçerler
Ağalar beğler içerler
Kahve de kara değil mi?
Evlerinde sular akar
Güzelleri göze bakar
Hublar yanağına sokar
Sümbül de kara değil mi?
Karac'oğlan der inşallah
Görenler desin maşallah
Kara donludur Beytullah
Örtüsü kara değil mi?
**
Güzel ne güzel olmuşsun
Görülmeyi görülmeyi
Siyah zülfün halkalanmış
Örülmeyi örülmeyi
Bahçende gülün güllenmiş
Şeyda bülbülün dillenmiş
Koynunda memen kirlenmiş
Emilmeyi emilmeyi
Mendilim yudum arıttım
Gülün dalında kuruttum
İsmim ne idi unuttum
Sorulmayı sorulmayı
Seğirttim ardından yettim
Eğildim yüzünden öptüm
Adın bilirdim unuttum
Çağırmayı çağırmayı
Benim yârim bana küsmüş
Zülfünü gerdana dökmüş
Muhabbeti benden kesmiş
Sevilmeyi sevilmeyi
Çağır Karac'oğlan çağır
Taş düştüğü yerde ağır
Yiğit sevdiğinden soğur
Sarılmayı sarılmayı
**
Gurbette ömrüm geçecek
Bir daracık yerim de yok
Oturup derdim dökecek
Bir münasip yârim de yok
Uçtu genç şahinim uçtu
Kaçarak deryayı geçti
Gönlüm bir güzele düştü
Sarfedecek malım da yok
Koyverin kuşu turnaya
Yârin durağın bulmaya
Soyundum derviş olmaya
Hırka ile şalım da yok
Dünya Karac'oğlan fâni
Toprak emer tatlı canı
Hastalandım ilâç hani
Bir acısız ölüm de yok
**
Yeter olsun yeter olsun
Çoğ ağlattın yeter olsun
Turalanmış sırma saçın
Çözen benden beter olsun
Karadır kaşların kara
Kirpiklerin açtı yara
Beni işimden avara
Eden benden beter olsun
Yavru geçersen elime
Çekerim seni yemine
Benim şimdiki halime
Gülen benden beter olsun
Karac'oğlan genç yaşıma
Cihan dar oldu yaşıma
Bu ayrılık ateşine
Yakan benden beter olsun
**
Bir yiğit gurbete çıksa
Gör başına neler gelir
Merdin sılayı andıkça
Yaş gözüne dolar gelir
Bağrıma basarım taşlar
Akıttım gözümden yaşlar
Yavrosun aldıran kuşlar
Yuvasına döner gelir
Kocadım çekemem nazı
Bağrıma dökemem közü
Yârin bana kötü sözü
Kara bağrım deler gelir
Evlerinin önü söğüt
Atalardan kalmış öğüt
Yârinden ayrılan yiğit
Sılasına döner gelir
Yaşa Karac'oğlan yaşa
Ben söylerim coşa, coşa
İş düşünce garip başa
Düşünerek gider gelir
16 Eylül 2009 Çarşamba
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder