ÇAĞ AÇAN BÜYÜK İNSAN FATİH SULTAN MEHMET VE İSTANBUL’UN FETHİ
ÖNSÖZ
Tarihin akışı içinde milyarlarca insan yaşamıştır. Bunların arasında pek azı, kişilikleri ve bazı olaylar sebebiyle öne çıkarlar. Herkes tarafından istisnasız “Büyük insan” olarak tanımlanırlar.
“Büyük insan” dediğimiz kişiler arasında en önemli noktada genç Osmanlı padişahı II. Mehmet vardır. Kendisi, döneminin en iyi eğitimcileri tarafından yetiştirilmiştir. Pek çok yabancı dili çok iyi derecede bilmektedir. Bilim ve teknikte de üst seviyede bilgi sahibidir. Boğazkesen hisarının yapımını bizzat kendisi düşünmüş, projesini hazırlamış ve yapımında çalışmıştır. Bizans surlarını döven büyük topların projesini hazırlayıp dökümünü gerçekleştirmiştir. Ayrıca, tarihte ilk defa “havan topu”nu yaptırmış ve İstanbul’un fethinde kullanmıştır.
Asker olarak, usta bir komutan, strateji ustası olarak kendini göstermiştir. En büyük özelliği, savaş başlamadan kiminle savaşılacağını kimse bilemezdi. Bu sebeple, son seferin nereye ve kime karşı olduğu bilinmemektedir.
Devlet adamı olarak adil bir hükümdardı. Başarılı bir yönetim uygulamıştır.
İnsan olarak büyük özelliklere sahiptir. Yaşadığı çağın değil, günümüz insan haklarına verilen değerlerin daha da üzerinde duygulara sahip idi. Kendisi şefkat ve iyilik timsali olmuştur.
Bu duyguların en önemli mimarları Molla Güranî ile Akşemsettin’dir. Hattâ bir gün, II. Mehmet, kendisini dine –daha fazla- vermek isteyince, Akşemsettin buna izin vermemiştir. Kendisinin din adamı değil, devlet adamı olduğunu söylemiş, devlet işleriyle ilgilenmesini istemiştir.
Şairdir, ince ruhludur. “Avni” mahlasıyla şiirler yazmıştır.
Sultan Mehmet, çocuk denecek yaşta padişah oldu. 21 yaşında İstanbul’u fethetti. “FATİH” oldu. Çağ açıp kapayan insan olarak tarihte yerini aldı.
Padişahlığı döneminde 3 tanesi imparatorluk olmak üzere, 20’den fazla devleti tarih sahnesinden sildi. Ele geçirdiği ülkelerde insanlara çok iyi davranmıştır. Dinlerine, dillerine karışmamıştır. Osmanlı topraklarında bayındırlığa büyük önem vermiştir.
Ege Denizi ve Karadeniz’i Türk denizi haline getirmiştir. Boğazlar Rejimi’ni kurmuştur.
Günümüzden geçmişin derinliklerine uzanan yolda pek çok büyüğümüz vardır. Oğuz Han’dan Mustafa Kemal Atatürk’e kadar gelen “Türk Büyükleri” galerisinde yer alan kahramanlarımızı tanımak, sevmek, önemli bir görevdir. Çocuklarımızı bu yönde teşvik etmeliyiz. Onlara yeni kitaplar, broşürler sunmalıyız. İşte bunlardan biri olan Fatih Sultan Mehmet’i, çağ açıp kapayan büyük insanı ve onun eserini, Ortaçağ’a son veren “İstanbul’un Fethi”ni iyi öğrenmeliyiz. Bu küçük kitabın görevi, bu büyük insanı çocuklarımıza tanıtmak, öğretmek ve bu konuda düşüncelerine yeni kapılar açmaktır.
Dilerim ki, Fatih’i okuyan çocuklarımız, onu tanısınlar, sevsinler, ondan ilham alsınlar. Bilime, tekniğe, edebiyata önem versinler. Özellikle insanca duygularını geliştirsinler, hoşgörülü olsunlar.
Halil İbrahim YILDIRIM
EĞİTİMİ VE YETİŞMESİ:
II. Mehmet 30 Mart 1432 tarihinde Edirne’de doğdu. Babası, altıncı Osmanlı padişahı II. Murat, annesi Hüma Hatun’dur. II. Mehmet, ailenin dördüncü oğludur.
II. Mehmet, yedinci padişah olarak tahta çıkıp İstanbul’u alınca, kendisine “FATİH” unvanı verildi. O andan itibaren Fatih Sultan Mehmet olarak anıldı.
II. Murat, fikir ve bilim adamlarına değer veren bir hükümdar idi. Bu sebeple, oğlu Mehmet’in eğitim ve öğretimine büyük önem vermiştir. O dönemin en seçkin bilginlerini oğlu Mehmet’in yetiştirilmesi işinde görevlendirdi.
II. Mehmet’in yetişmesinde en önemli pay Molla Güranî’nindir. Sultan Mehmet, çocukluğunun ilk yıllarında okuma yazmadan pek hoşlanmazdı. Buna karşılık Molla Güranî, karşısındaki çocuğun bir padişah çocuğu veya geleceğin sultanı demeden azarlardı. Dersleriyle ilgilenmesi için onu sıkıştırırdı. Çünkü padişah II. Murat, Molla Güranî’ye, gerekirse Şehzâde Mehmet’i dövmek yetkisini de vermişti.
Molla Güranî bugün Kuzey Irak’ta bulunan Şehrizor’a bağlı Güran kasabasında 1416 tarihinde doğdu. 1488 tarihinde öldü.
Büyük Türk bilgini Molla Güranî, tefsir ve hadis üzerinde değerli eserler hazırladı. Şiirleri de vardır.
Bursa’ya geldiği zaman, padişah II. Murat kendisine çok değer verdi, iltifatta bulundu. Şehzade Mehmet’in baş hocası yaptı. O da, Şehzâde Mehmet’i mükemmel bir şekilde yetiştirmiştir.
II. Mehmet’in yetişmesinde önemli olan bir diğer kişi Akşemsettin’dir. Akşemsettin, II. Mehmet’i Bizans’a yönlendiren, aklına yerleştiren, onu Bizans ile bütünleştiren; Bizans’ı almak, ona sahip olmak düşüncesini Sultan Mehmet’te temel ülkü haline getiren insandır.
Şam’da doğan Akşemsettin, XV. Yüzyılda yetişmiş mutasavvıfların en büyüklerindendir. Asıl adı Şemsettin Ahmet’tir. Beyaz elbiseler giyindiği için kendisine Ak-Şemsettin denilmiştir. Osmancık’ta müderrislik (medrese öğretmenliği) yaparken, tasavvufa ilgisi yüzünden Ankara’ya Hacı Bayram Veli’nin yanına geldi. Onun yanında eğitim gördü. Beypazarı ve İznik’e bağlı Göynük’te yaşadı. Padişah II. Murat kendisine değer verirdi.
Akşemsettin’in tıp ve tasavvuf ile ilgili önemli eserleri vardır. “Şemsî” mahlasıyla şiirler yazdı.
II. Mehmet’in ilk hocaları arasında Molla Hayrettin, Molla Zeyrek, İbnü Temcid, Molla Hüsrev bulunur. İstanbul’un ilk kadısı Hızır Çelebi’nin oğlu Vezir Hoca Yusuf Sinan Paşa da Şehzâde Mehmet’in hocasıdır.
XV. yüzyılın en büyük Osmanlı şairi olan ve “Bursalı” diye bilinen Vezir Ahmet Paşa da edebiyat dersleri vermiştir.
II. Mehmet’in daha pek çok hocaları vardır. Türk hocaların yanı sıra yabancı hocaları da vardır. Bunlar arasında Bizanslı ve İtalyan hocalar çoğunluktaydı. En önemlileri, İtalyanca hocası Ciriaco Anconitano (yani Ancona’lı Ciriaco) ile meşhur İtalyan tarihçisi Giovanni Maria Angioello idi.
II. Mehmet, her şehzâdeye öğretilen Çağatay lehçesi ile beraber Farsça ve Arapça öğrenmiştir. Ayrıca Yunanca, Latince, Sırpça, İtalyanca ve İbranîce dillerini iyi şekilde biliyordu.
II. Mehmet, döneminin en büyük bilginlerinden eğitim aldığı için, padişahlığı zamanında da bilginlere önem vermiş, iltifatta bulunmuştur. Onlara her zaman yakınlık göstermiştir. Hocası Molla Güranî’nin elini öpüp, yanına oturtmuştur.
O dönemde padişah çocukları, yani şehzadeler illere ve sancaklara yönetici olarak gönderilirlerdi. Buralarda devlet işlerini, yönetim ilkelerini öğrenirlerdi.
Şehzâde Mehmet, 1443 yılı baharında, on bir yaşında iken Sancak Beyi olarak Manisa’ya gönderildi. 1443 yılının sonlarında Amasya’da bulunan ağabeyi Alâeddin ölünce, Osmanlı tahtının tek varisi oldu.
II. MEHMET’İN BİRİNCİ DEFA TAHTA ÇIKMASI:
Osmanlı padişahı II. Murat, doğuda ve batıda barışı sağladığını düşünerek 1444 yılında oğlu II. Mehmet’i, Manisa’dan başkent Edirne’ye getirtti. II. Murat padişahlıktan ayrıldı. Çocuk denecek yaştaki oğlunu padişah ilân etti. İnzivaya çekilerek kendisini ibadete verdi.
II. Murat, başkent Edirne’den ayrılarak önce Bursa’ya, oradan da Manisa’ya gitti.
II. Mehmet, on iki yaşında Osmanlı padişahı olunca, içeride ve dışarıda fırsat kollayanlar boş durmadı. İçeride, babası II. Murat’ın başveziri Çandarlı Halil Paşa’ya karşı, Şehabettin Şahin, Nişancı İbrahim ve Zağanos Paşalar II. Mehmet’in yakın çevresinde yer alarak aralarında bir iktidar yarışı başladı.
Dışarıda ise Arnavutluk Osmanlı’nın elinden çıkmak üzereydi. Mora Despotu topraklarımıza saldırdı. Balkanlarda da nüfuzumuz zayıflamaya başladı.
Bizans İmparatoru’nun elçileri Paris ve diğer başkentlerde, Niğbolu’nun intikamının zamanı geldi diye kışkırtmalarda bulundu. Papa da büyük bir Haçlı Ordusu kurmaya başladı.
II. Murat’ın henüz kısa süre önce anlaşma yaptığı Macaristan ve Lehistan kıralı Ladispas, İnci üzerine yaptığı yemini bozarak Haçlı Ordusu’na katıldı. Ayrıca Litvan, Çek, Hırvat, Slovak, Sloven kuvvetleri ile Almanya İmparatorluğu içindeki pek çok devletin kuvvetleri de katılmıştır. Fransa ise Niğbolu’nu unutmadığı için temkinli davranmıştır. Küçük bir birlik vermiştir. Venedik, o günlerde bir numara olan donanmasını göndermiştir. Bizans, asker veremeyeceğini ama donanmasını Türklere karşı kullanabileceğini açıklamıştır. Bizanslılar, Karamanoğlu’nu da yanlarına almak için elçiler gönderdi. Ayrıca, Orhan Çelebi adında birini II. Mehmet’in karşısına çıkardılar. Eflâk (Romanya) Prensliği de Osmanlı Devleti’ne isyan ederek Haçlılara katıldı.
Varna’ya doğru ilerleyen Haçlı Ordusu Tuna’yı geçmek üzere iken 70 parçalık Papalık donanması Çanakkale’ye geldi. Bu durum, Osmanlı Devleti için büyük bir tehlike idi. Bunun üzerine Edirne’de Saltanat Şûrası toplandı. Tek çarenin II. Murat’ı çağırmak olduğuna karar verildi. Sultan II. Mehmet için ağır bir karar olmasına rağmen, babasını davet etmek zorunda kaldı. II. Murat, bu daveti kabul etmek istemedi. Oğlunun otoritesini tartışma konusu yapmak istemedi. Ama oğlu II. Mehmet’in gönderdiği, “Eğer padişah biz isek size emrediyoruz, gelip ordumuzun başına geçin; yok siz iseniz, gelip devletinizi müdafaa edin” şeklindeki mektubu üzerine Manisa’dan hareket etti.
II. Murat, Çanakkale Boğazı Papalık donanması tarafından tutulduğu için İstanbul Boğazı’ndan geçti. Kendisini engellemek isteyen iki büyük Bizans savaş gemisinden biri batırıldı, diğeri yaralı olarak Haliç’e kaçtı.
Şehabettin ve Zağanos Paşalar, II. Mehmet’i ordunun başına geçmesi, babasını da Edirne’de kalması konusunda ikna ettiler. II. Murat, Edirne’ye gelince oğlunu tahttan indirmedi. Ordunun başına geçti. Oğlu Sultan II. Mehmet’i de Çandarlı Halil Paşa ile Edirne’de bıraktı.
II. Murat, Haçlı Ordusu’nu 10 Kasım 1444 günü Varna’da büyük bir bozguna uğrattı. Savaştan sonra yeniden Manisa’ya döndü.
Bu ara, Mora Despotu yine Osmanlı’ya meydan okumaya başladı. Eflâk (Romanya) Beyi ise isyanına devam edip Osmanlı karşısında küçük başarılar elde ediyordu. İşte bu ortamda, başkent Edirne’de büyük bir yeniçeri ayaklanması başladı. Sadrazam Çandarlı Halil Paşa Manisa’ya gizlice bir haberci gönderdi. II. Murat Edirne’ye gelerek tekrar tahta oturdu. II. Murat’ın yeniden padişah olmasında 02 Aralık 1445 ve 11 Ağustos 1446 tarihleri söylenmektedir. Bunun ikinci ve üçüncü defa tahta geçişi olduğunu söyleyenler de vardır. II. Mehmet, tekrar Manisa Sancak Beyliği’ne döndü.
II. Murat, 27 Kasım 1446’da Mora, 1447 baharında Arnavutluk Seferi’ne çıktı. 17 Ekim 1448’de ise Haçlılara karşı İkinci Kosova Savaşı’nı yaptı. II. Mehmet, bu savaşlara katıldı. Kosova’da sağ kolundan yaralandı.
II. Murat, 1450 yazında İkinci Arnavutluk Seferi’ne çıktı. II. Mehmet, yine babasının yanında sefere katıldı. Fakat Akçahisar önünde başarısız oldu.
II. Mehmet, Kasım 1450 tarihinde Edirne’de yapılan bir düğünle Dulkadiroğlu Süleyman Bey’in kızı Sitti Hatun ile evlendi. Düğünden sonra Manisa’ya döndü.
II. Murat 03 Şubat 1451 günü vefat etti. Sadrazam Çandarlı Halil Paşa Manisa’ya gizlice bir haberci gönderdi. Haberci 06 Şubat günü Manisa’ya ulaşarak durumu II. Mehmet’e bildirdi. Sultan II. Mehmet, “Beni seven arkamdan gelsin !” diyerek yola çıktı. İki günde Gelibolu’ya geldi. İki gün burada maiyetinin gelmesini bekledi. 10 Şubat günü Gelibolu’dan ayrıldı. 18 Şubat 1451 günü başkent Edirne’ye geldi. Edirne dışında karşılanan II. Mehmet Osmanlı tahtına oturdu. 19 yaşındadır ve Osmanlı Devleti’nin siyasî durumu şimdi daha iyi durumdadır.
II. Mehmet, babasının Sadrazamı Çandarlı Halil Paşa’yı değiştirmedi. Ama kendisini destekleyen ve Çandarlı’nın siyasî rakiplerinden olan Şehabettin Paşa’yı ikinci vezir yaptı, Zağanos Paşa’yı da divana aldı.
II. Mehmet, kendisini tebrik etmek için Edirne’ye gelen elçileri nazik bir şekilde kabul etti. Hattâ Bizans elçisine daha çok iltifatta bulundu. Mevcut anlaşmalara sadık kalacağını bildirdi.
II. Mehmet’in yeniden tahta çıkması ve elçilere karşı yumuşak davranması ile düşmanlarımız yeniden ümitlendiler. Bizanslılar, Sırplar ve Karamanoğlu İbrahim Bey harekete geçtiler. Bu durum karşısında II. Mehmet, Sırplara ve Bizanslılara karşı gayet olumlu davranarak, onların isteklerine uygun bir anlaşma yaptı. 1451 Mayısında Anadolu’ya geçti. Osmanlı topraklarına saldıran Karamanoğlu İbrahim Bey üzerine yürüdü. İbrahim Bey, halasının beyi idi. II. Mehmet’in geldiğini duyan İbrahim Bey Taşeli’ne kaçtı. Bu günlerde beklenmedik olaylar oldu. Bizans’ın etkisinde kalan Batılılar Çanakkale Boğazı’nı kuşattılar. Bizans ise Sultan II. Mehmet’in arkasından Anadolu’ya elçi göndererek yeni isteklerde bulundu. Ayrıca, Orhan Çelebi’yi Osmanlı tahtının varisi olarak ortaya çıkarmakla tehdit ettiler.
Bu gelişmeler üzerine II. Mehmet, Karamanoğlu İbrahim Bey ile bir dostluk anlaşması yaparak geri döndü. Dönüş yolunda yeniçeriler bir daha isyan ettiler. II. Mehmet, yeniçerilere on kese altın dağıtarak isyanı yatıştırdı ve yoluna devam etti. Edirne’ye gidince yeniçeri ocağında önemli değişiklikler yaptı. Yeniçeriler üzerinde kudretini kabul ettirdi. Bu pürüz giderilince Bizans’ın (İstanbul’un) fetih hazırlıklarına başladı.
II. Mehmet, Anadolu’dan dönerken, Batılılar Çanakkale Boğazı’nı tuttuğu için karşıya geçemedi. İstanbul Boğazı’na gelip, babasının geçtiği yerden karşıya geçti.
BOĞAZKESEN HİSARI:
II. Mehmet Anadolu’dan karşıya geçince başveziri Çandarlı Halil Paşa’ya; “Lala ! Burada bana bir hisar gerektir” dedi. Yapılacak hisarın yerini II. Mehmet tespit etti. Burası, I. Bayezit’in yaptırdığı Güzelcehisar’ın (Güzelhisar/Anadolu Hisarı) karşısındaydı.
Bu hisarın yaptırılmasında iki önemli sebep vardı: 1-Anadolu ile Edirne arasında gidip gelmeler esnasında karşıya geçişler sıkıntılı olmamalıydı. Bu hisar sayesinde geçişler daha emniyetli ve rahat olacaktı. 2-Hisarın yaptırılması kararı, İstanbul’un fethi için atılan ilk adımlardan biri olmuştur. Boğaz’ın en dar yerine yaptırılacak olan bu hisar, Karadeniz’den Bizans’a gelecek yardımları engelleyecek ve Bizans’ın dışarıyla ilişkisi kesilmiş olacaktı.
II. Mehmet, burada yapılan hisara Boğazkesen Hisarı adını verdi. Boğazkesen Hisarı’nın yerini keşfeden genç padişah, projesini de hazırladı. Hisarın plânını mimar Muslihüddin Ağa çizdi.
Sultan II. Mehmet, hisarın inşaatında dört vezirini birden görevlendirdi. Üç burcun her birinin yapımını birer veziri üstlendi. Doğudaki, yani deniz kıyısındaki burcun yapımı Çandarlı Halil Paşa’ya; güneyde yapılacak burcun inşaatı Zağanos Paşa’ya; kuzeyde yapılacak burç ise Sarıca Paşa’ya verildi. Şehabettin Paşa ise çalışmalara nezaret edecekti. Bu hisarın bir özelliği de, vezirlerin kendi paralarıyla yapılmış olmasıdır.
Boğazkesen Hisarı’nın inşaatı 21 Mart 1452 günü başladı. Yaklaşık dört ay içinde, Temmuz ayının son günlerinde bitirildi. İnşaatta 7.000 kişi çalıştı. Mimar Muslihüddin Ağa, inşaat süresince her ayrıntıyla yakından ilgilendi. II. Mehmet, inşaat süresince mimara, vezirlerine, işçilere destek oldu. Onlara moral verdi. İnşaatta çalışanlarla birlikte çalıştı, malzeme taşıdı. Özellikle topların konulacağı bölümleri kendisi projelendirdi., hazırlattı. Yıldırım Bayezit’in yaptırdığı Güzelcehisar’ı (Anadolu Hisarı’nı) da tamir ettirerek buraya da özel top bölmeleri yaptırdı. Böylece her iki hisara yerleştirilen toplar sayesinde boğazdan geçen gemiler kontrol altına alınmış oluyordu. Boğazkesen Hisarı’na ayrıca bir cami ve iki çeşme yapılmıştır.
Daha önce Bizans’a çalışmaya gelen Macar (Erdel) asıllı Urban usta burada ilgi görmemiş ve yeterli ücret alamamıştı. Boğazkesen Hisarı inşaatı sırasında Bizans’ı terkederek genç padişahın yanına gelerek iş istedi. Sultan II. Mehmet de, bu döküm ustasına iş verdi. Bizans kuşatmasında kullanmak istediği ve projesini kendisinin hazırladığı büyük topların döküm işlerinde kullandı.
II. Mehmet Edirne’ye geldi. Burada Divan’ı topladı. İstanbul’un fethini görüştüler. Vezirlerin düşüncelerini öğrendi. Sadece Çandarlı Halil Paşa karşı çıktı. Bazıları da onu destekledi. Ama Divan’dan fetih kararı çıktı.
Bu karar üzerine II. Mehmet, Boğazkesen Hisarı komutanı Akçaylı Mehmet Bey’i görevlendirerek Bizans kapıları çevresindeki mallara ve sürülere el koydurdu. Bu olaydan sonra imparator kapıları ördürdü ve surları tamir ettirdi.
Sultan II. Mehmet, 24 Ağustos 1452 günü 50.000 kişilik bir kuvvetle Bizans (İstanbul) surları önüne gelerek denetimlerde bulundu. Surları yakından inceledi. Kuşatma harekâtının keşfini yapıp 01 Eylül günü Edirne’ye geri döndü.
Bizans İmparatoru XI. Konstantin, Türkler’e karşı Papa ile anlaşma yolunu seçti.
Kasım 1452’de Kardinal Isidorus bir Venedik kalyonu ile Bizans’a geldi. 12 Aralık 1452’de, Bizans sarayının, senatosunun ve ruhban sınıfının karşı çıkmasına rağmen Ayasofya’da ayin yapıldı.
Bizans’taki Ortodokslar, Katoliklerle anlaşamıyorlardı. Birbirlerini sevmezlerdi. Ayasofya’da yapılan bu ayin ile Ortodokslar, Katoliklerin üstünlüğünü kabul etmiş oluyorlardı. Bu olay, halk arasında hoş karşılanmadı. Küskünlük yarattı. Başbakan Lukas Notaras’ın: “İstanbul içinde Lâtin şapkası görmektense, Türk sarığı görmek daha iyidir” sözü bu olaydan sonra bir parola haline geldi. Bu olay ile imparator bütün nüfuzunu kaybetti.
II. Mehmet, Şubat 1453 tarihinde Rumeli Beylerbeyi Dayı Karaca Bey’i, Boğaz’ın Karadeniz kıyısı yakınındaki kaleleri ele geçirmekle görevlendirdi. Edirne’de büyük topların dökülmesini emretti. Projelerini kendisinin hazırladığı, şimdiye kadar kullanılanlardan çok daha büyük olan topların hesaplamalarını mimar Muslihüddin Ağa yapmıştır. Döküm işlerinde, Türk ustalarla birlikte Urban usta da çalıştı. Güllelerin dökümü yapılamadığı için kayalardan hazırlanmıştır.
Sultan II. Mehmet, bütün kışı Edirne’de savaş hazırlıklarını yapmakla geçirdi.
Şubat 1453’te, genç padişah, dökümü tamamlanan topların Edirne’den Bizans’a doğru nakledilmesini istedi. Topun geçeceği yolların bakım ve onarımında 50 usta ve 200 işçi çalıştı. 50-60 çift öküzün, mandanın çektiği topun iki yanında 200’erasker destek oluyordu.
İSTANBUL’UN FETHİ:
Sultan II. Mehmet, 23 Mart 1453 Cuma günü ordusunun başında Edirne’den ayrıldı. Ordu içinde bilginler, şeyhler, tarikat pirleri de vardı. Akşemsettin, Molla Güranî, Şeyh Sinan bunlardan bazılarıdır. Aydınoğlu ve Karamanoğlu kuvvetleri de gönüllü olarak gelmişlerdi. Sırp Despotu Brankovic de bir birlik göndermişti.
02 Nisan’da, Bizanslılar, Osmanlı donanmasının geçişini engellemek için Haliç’e zincir gerdiler. Lâtin gemicilerin yönetimindeki donanma bu zincirleri savunmakla görevlendirildi.
Osmanlı ordusu 04 Nisan günü İstanbul civarına geldi. Ordu, önceden yapılan kuşatma planına göre düzenli hareketlerle surların karşısına yerleşti.
05 Nisan günü ordu hazırlıklarını yaparak dinlenmeye çekildi. Bizans’ın (İstanbul’un) kara surları Ayvansaray’dan Yedikule’ye kadar tamamen sarılmıştı. Padişah II. Mehmet, bu kuvvetlerin tam ortasında yani Topkapı ile Edirnekapı arasında yer aldı. Otağını Topkapı karşısında kurdurdu.
06 Nisan günü şafakla birlikte kuşatma harekâtı başladı. Kuşatma tamamlandıktan sonra genç padişah, Mahmut Paşa’yı Bizans’a elçi olarak gönderdi. Boş yere kan dökülmemesi için şehrin teslim edilmesini teklif etti. Bizans İmparatoru XI. Konstantin bu isteği reddetti. Çünkü imparator, surların çok dayanıklı, aşılması zor ve güvenli olduğuna inanıyordu. Ayrıca, Avrupa’dan geleceğini umduğu yardımcı kuvvetlere güveniyordu.
Genç padişah, elçisinin eli boş olarak gelmesi üzerine, orduya kuşatmanın başlatılması emrini verdi. Büyük topların ateşiyle kuşatma başladı. Çarpışmalar hemen kızıştı. Büyük toplar surlarda gedikler açıyor, mancınıklar taş yağdırıyordu. Aşağıda okçular sürekli ok yağdırıyorlardı. Ama buna rağmen kale duvarlarında geçmeye elverişli delikler açılamamıştı.
Bizanslılar ise başlarında imparatorlarıyla birlikte büyük gayretle savunmaya geçtiler. Hattâ ilk muharebeyi surların dışında kabul ederek büyük cesaret gösterdiler ve yeniçerilerin ilk hücumunu burada püskürttüler.
09 Nisan günü Bizanslılar, Haliç’te limanı kapayan zincir boyunca yeni düzenlemeler yaptılar.
11 Nisan’da, II. Mehmet, beş günlük kuşatmadan memnun değildi. Durumu yeniden değerlendirdi. Bazı stratejik değişiklikler yaptı.
12 Nisan günü, Gelibolu’da bulunan yüz elli parçalık Türk donanması Beşiktaş önlerinde toplandı. Bunu gören Bizanslıların moralleri bozuldu. Kara surlarında devam eden savaştan sonra deniz tarafında da savaşa gireceklerini anlayınca, Bizanslılar dehşete düştüler.
Bu ara, padişah II. Mehmet’in huzuruna bir Macar heyeti geldi. Bu heyet, Hunyadi tarafından gönderilmişti. Hunyadi, artık kral naibi olmadığını bildirdi. Bu bir Macar saldırısının olabileceği anlamındaydı. Ama genç padişah, bu tehdit karşısında geri adım atmadı. İstanbul’u almak için savaşa devam etti.
18 Nisan günü genel bir saldırı yapıldı. Gece geç saatlere kadar yapılan bu taarruzda çok kanlı çarpışmalar oldu. Fakat bir sonuç alınamadı. Ama aynı gün adalar (Büyükada, Heybeli, Burgaz, Kınalı vb.) zaptedildi.
20 Nisan günü deniz savaşı oldu. Fakat Türk gemileri, Bizans’a gelen dört geminin geçişini engelleyemedi. Birkaç geminin yardım için geldiği haberi ulaşınca, II. Mehmet, atına atlayarak deniz kenarına geldi. Üçü Cinivizlere, biri de Bizanslılar’a ait dört yelkenlinin gelmekte olduğunu gördü. Gemiler yiyecek ve asker ile doluydu. Türk gemileri, bütün uğraşlarına rağmen Haliç’e girmelerine engel olamadılar. Bu dört gemi, o an çıkan bir rüzgâr sayesinde kolayca bir limana sığındılar. Bu olay, genç padişah II. Mehmet’i sinirlendirdi. Donanma komutanı Baltaoğlu Süleyman Bey’i görevinden aldı. Yerine Hamza Bey’i atadı.
Dört geminin, Türk gemileri arasından sıyrılıp yardım getirmesi, imparatoru ümitlendirdi. Bu olay üzerine bir heyet göndererek barış teklifinde bulundu. Genç Osmanlı padişahı, Bizans’ın barış teklifini görüşmek üzere divanı topladı. Sadrazam Çandarlı Halil Paşa, bir an önce Bizanslılarla anlaşma yapılmasını heyecanlı bir şekilde savundu. Böylece İstanbul’dan vazgeçilecek, kuşatma kaldırılacak, Edirne’ye geri dönülecekti. İstanbul’un alınması, bilinmeyen bir başka zamana kalacaktı. Divan’da Çandarlı’yı destekleyenler vardı. Ama bunlara karşı çıkanlar da vardı. Molla Güranî, Akşemsettin, Zağanos Paşa barış yapılmasını istemediler. Padişah II. Mehmet de bu fikri destekleyince Bizans İmparatoru’nun barış teklifi reddedildi. Divan’da kuşatmaya devam kararı alındı.
Kuşatma kararından sonra II. Mehmet, çevresindekilere yeni bir plân sundu. Surlara yapılan hücumlardan bir sonuç alınamadığı için denizden de saldırılmasını istedi. Ancak Haliç’in ağzı zincirle kapalı olduğu için gemiler Haliç’e giremiyordu. İşte Sultan II. Mehmet’in yeni planı bu noktada önem kazanıyordu. Gemiler karadan yüzdürülüp Haliç’e indirilecekti.
21 Nisan günü Galata surlarının kuzeyine yerleştirilen bataryalar şafakta ateşe başladılar. Haliç’in ağzını kapatan zincirin gerisinde bulunan Hıristiyan gemilerine gönderilen gülleler Galata evleri üzerinden geçerek hedeflerine vuruyorlardı. Bu bataryaların plânı bizzat II. Mehmet tarafından yapılmıştır. Havan topunu ilk düşünen, yaptıran ve kullanan II. Mehmet olmuştur.
Haliç’te bulunan gemilere bu bombardıman yapılırken, karadan da büyük küçük bütün toplarla şiddetli bir bombardıman yapıldı. Bu gürültü arasında gemilerin geçecekleri yollar da hazırlanmıştı.
21 Nisan gecesi 67 parça Türk gemisi Tophane limanından yukarıya doğru çekilmeye başlandı. Kumbaracı yokuşu çıkılmış, Asmalı mescitten Tepebaşı yolu ile Kasımpaşa’ya indirildi. Böylece, iki üç kilometrelik yolu aşan gemiler Haliç’e girmiş oldu. Bu yolun bir günde veya bir gecede yapılması, gemilerin geçebileceği duruma getirilmesi ve gemilerin yürütülerek Haliç’e indirilmesi bir mucize gibidir.
22 Nisan sabahı, erken saatlerde Bizanslılar rüya gördüklerini sandılar. Haliç’te gördükleri Türk gemileri karşısında paniğe kapıldılar. Şimdi bu bölümdeki surlar da savunulacaktı. İmparator, bu bölümün savunmasını, kendilerine yardıma gelen yabancı kuvvetlere bıraktı. Edirnekapı’nın güneyindeki kuvvetler de buraya aktarıldı. Bizans’ın ileri gelenleri, yabancılara güvenilemez diyerek bu kararı hatalı buldular.
Halkın ve askerlerin korku içinde olmaları imparatoru telâşa düşürdü. Acele bir elçi göndererek barış istedi. II. Mehmet, teslim olmaları şartıyla kuşatmayı kaldıracağını bildirdi. Bizanslılar da bu teklifi kabul etmeyince savaşa devam edildi.
Bizanslılar, kara surlarına yapılan hücumlar karşısında endişeliydiler. Ama Türk gemilerinin Haliç’e girmeleri üzerine, endişenin yerini korku aldı. İmparator, halkın ve askerin panik halindeki bu korkusunu gidermek için bir plân uyguladı. 23 Nisan günü bir toplantı yaptı. Haliç’e giren Türk gemilerine baskın yapılması kararlaştırıldı. Bunun için Venedikli Jakomo Kuko görevlendirildi. 24 Nisan’da yapılacak bu baskını, Galata Cinivizlileri birkaç gün ertelettiler. Erteletmekle kalmadılar, Sultan II. Mehmet’e de duyurdular. Genç padişah tedbir alınca, 28 Nisan günü yapılan baskın başarısızlıkla sonuçlandı. Başarısız olunan baskın sonunda Rumlar, Venedikliler ve Cenevizliler arasında anlaşmazlık doğdu, birbirlerine karşı suçlamalar başladı.
23 Nisan gecesi, II. Mehmet’in, Haliç üzerine kurduğu köprü, akıllara durgunluk verecek ölçüdeydi. Bir gece içinde, binden fazla büyük fıçı ve sandal üzerinde o kadar sağlam ve muazzam bir köprü kurulmuştu ki, üzerinden beş asker yan yana rahatça geçebiliyordu. 28 Nisan’da yapılan baskın sırasında bu köprü önemli muharebelere sahne oldu. 150 Bizans denizcisi, Türk toplarının ateşi karşısında boğulmaktan kurtulamadılar.
Bu bozguna çok kızan imparator, Bizans’ta bulunan 260 Türk esirinin, surların burçları üzerinde başlarının vurulmasını emretti.
Karada yapılan çarpışmalar, Haliç’te, denizde de bütün şiddetiyle devam ediyordu. Surlarda büyük delikler açılıyordu. Ama hemen tamir edildiği için geçilebilecek büyüklükte gedikler oluşmuyordu.
06 Mayıs gecesi Osmanlı ordusu genel bir saldırıya geçti. Bayram Paşa deresi üzerinde bulunan surlarda kanlı çarpışmalar oldu.
Tekfur Sarayı ile Edirne Kapısı arasında yerli bir taarruza geçildi. Bu saldırıdan da bir sonuç alınamayınca, II. Mehmet bütün ağır topları Topkapı çevresine topladı. Buradaki surlar bütün şiddetiyle dövüldü.
Zağanos Paşa, Edirnekapı ile Tekfur Sarayı bölgesinde lâğımlar açtırdı. Burayı savunan Rumlar, bu girişimi öğrendiler ve onlar da karşı taraftan lâğım açmaya başladılar. Tesadüfen açılan lâğımlar birbirine rastlayınca, 16 Mayıs günü yer altında kanlı çarpışmalar oldu.
18 Mayıs günü Osmanlı ordusu, gece yaptıkları hareketli ahşap bir kuleyi Topkapı bölümünde kullanmaya başladılar. Bu kulenin de projesini genç padişah hazırlamıştı. Bu kule sayesinde surlara daha büyük zararlar verildi. Fakat Rumlar, ahşap kuleyi yaktılar. Gece de surları tamir ederek gedikleri kapattılar.
Sultan II. Mehmet, 23 Mayıs günü İsfendiyaroğlu Kasım Bey’i elçi olarak Bizans’a gönderdi. İsfendiyaroğlu imparatorun dostu idi. Törenle karşılandı. İsfendiyaroğlu, genç padişahın tekliflerini, Bizans’ın ileri gelenlerinin huzurunda imparatora iletti. II. Mehmet’in yaptığı teklifte, imparator şehri terk edebilecek, bütün mal ve hazineleriyle istediği yere gidebilecekti. Bizanslılar, kalmak isterlerse mal ve can güvenliği içinde kalabilecek, gitmek isteyenler mallarını alıp istedikleri yere gidebileceklerdi. İmparator, Mora Despotluğu görevi ile ödüllendirilecekti. İsfendiyaroğlu, daha fazla kan dökülmemesi ve felâketleri önlemek için teklifi kabul etmesini imparatordan özellikle istedi. İmparator savaş meclisini topladı. II. Mehmet’in teklifi uzun tartışmalardan sonra reddedildi.
26 Mayıs günü bir Macar heyeti daha geldi. Macar kıralı V. Ladislas’ın devlet işlerini ele aldığını ve Bizans’ın (İstanbul’un) kuşatılmasından vazgeçilmesini, aksi takdirde Bizans’ı savunmak üzere Macarların silaha sarılacağını, yine bu iş için bir donanmanın da gelmekte olduğunu bildirdi.
Bu gelişmeler üzerine II. Mehmet, 27 Mayıs günü savaş meclisini tekrar topladı. Sadrazam Çandarlı Halil Paşa, bu toplantıda da kuşatmadan vazgeçilmesini istedi. Zağanos Paşa, Akşemsettin ve Molla Güranî gibi kişiler ise kuşatmanın devamını savundular. Birçok komutan da bu fikri destekledi. Zağanos Paşa asker arasında dolaşarak onların düşüncelerini öğrendi. Asker de kuşatmanın devamını isteyince, kuşatmanın devam etme kararı kabul edildi. Bu karardan sonra II. Mehmet komutanlarını topladı. Tasarladığı hücum ile ilgili son emirlerini bildirdi.
28 Mayıs günü ordu hazırlığını tamamladı. Temizlik yaparak birbirleriyle helâllaştılar. Bu iki günlük dinlenmeden sonra 28 Mayıs Pazartesi akşamı Türk ordugâhında, gemilerde fenerler, kandiller ve mumlar yakıldı. Her taraf, Bizans’ın çevresindeki her karış toprak ve deniz üzerindeki onlarca gemi ve kayıklar birer ışık kaynağı olarak yanıyordu. Bu ışık ordusu surları aydınlatıyordu. Bizans ışık çemberi içindeydi. Binlerce askerin ağzından çıkan tekbir sesleri Bizanslıların daha çok korkmalarına, ürpermelerine sebep oluyordu.
Sabaha yakın saatlerde herkes uyanmış ve savaşa hazır duruma gelmişti. Padişah da kalkmış, abdest alarak iki rekât nafile namazı kıldıktan sonra Allah’a yalvarmaya başlamıştı. II. Mehmet, sehere kadar duasına devam etti. Sabah namazından sonra kılıcını kuşanarak atına bindi. Ordu son hücum için hazırdı. Komutanlar yerlerini aldılar. Top sesleri ile birlikte hücum başladı.
Yedikule ile Haliç arasında müthiş bir savaş başladı. Hücumun ağırlığı Topkapı’nın kuzeyindeki surlara karşı yapılıyordu.
Hücum başlar başlamaz askerlerimiz ileri atıldılar. Ok, sapan ve tüfeklerle surlar üzerindeki Bizans askerlerini yıldırıyorlardı. Surların önündeki geniş hendekleri bir hamlede aştılar. Merdivenleri surlara dayadılar. Kıyasıya, kanlı bir savaş oluyordu.
Bizanslılar büyük bir korku içindeydiler. Durmadan çanlar çalıyordu. Halk, telâş ve bilemedikleri bir heyecan ile sağa sola kaçışıyorlardı. Herkes, surları koruyan askerlere yardıma koşuyordu. Bizans İmparatoru, bütün devlet büyükleri ile birlikte Topkapı surlarında en önde savaştılar.
Türk hücumları üst üste sürüyordu. Hücum üstüne hücum yapılıyordu. Yeniçeriler dalga dalga surlara doğru geliyordu. Rumlar son gayretleriyle surları savunuyorlardı. Ok, mızrak, taş, kaynar su, kızgın yağ ile Türk hücumlarını karşılamaya çalışıyorlardı. Rumlar, yedek kuvvetlerini de savaşa soktular. Ancak, daha güneş doğmadan Rumların gözdesi Guistiniani yaralandı. İmparator, Guistiniani’ye çadırında dinlenmesini söyledi. Guistiniani ise, “Tanrı’nın Türklere açtığı yoldan gidiyorum” diyerek gemisine binip Sakız’a hareket etti. Bu olay, askerler üzerinde olumsuz etki yaptı. Moralleri bozuldu, büyük bir duraklama oldu.
Rum askerlerindeki duraklamayı fark eden sultan, yeniden hücum emri verdi. Bu saldırılar sonunda Ulubatlı Hasan adındaki dev cüsseli bir yeniçeri, kalkanını siper ederek otuz yeniçeri ile birlikte surlara tırmandılar. Surların üzerine geldikleri an, 18 arkadaşı vurularak surlardan aşağıya düştüler. Ulubatlı Hasan ve arkadaşları kahramanca savaşarak Türk bayrağını surlara diktiler. Bir ara Ulubatlı Hasan’ın ayağı taşa takılarak surlardan aşağıya düştü. Bizanslı askerler onun surun dibine düştüğünü görünce taş yağmuruna tuttular. Kendini daha fazla koruyamadı. Aldığı ağır yaralar ve atılan oklardan kurtulamayarak şehit oldu.
Surlarda dalgalanan Türk bayrağını gören Türk askerleri açılan bu yoldan surlara çıktılar. Rumlar dış surları terketmeye başladılar. Kaçarken birbirlerini çiğnediler. Askerlerimiz, kaçan Rumları kovaladılar. İki sur arasında çok kanlı çarpışmalar oldu. Türk askerleri bu noktada Topkapı surlarına bayrağımızı diktiler.
29 Mayıs 1453 Salı günü güneş henüz yeni doğuyordu. Bayrağımızı gören askerler, Bizans surlarının her noktasından içeri girmeye başladılar.
Türklere karşı en önde kahramanca savaşan kral Konstantin, Haliç tarafındaki surlara doğru yardıma giderken, birkaç asker ile karşılaştı. Çıkan çatışmada ağır yaralandı. O kargaşa arasında kimse bunu fark etmedi. İmparator orada öldü. Daha sonra Rumlar imparatorun öldüğünü öğrendiler. Konstantin’in ölüm haberi şehirde büyük bir korkunun yaşanmasına sebep oldu. Ümitsizliğe kapılan Bizanslılar şaşkın bir haldeydiler. Sağa, sola kaçışıyorlardı.
Güneş doğarken Türk askerleri şehre girdiler. Genç padişah, hücumun ilk anından beri atı üzerinde savaşı takip etmişti. Bizans’ta seslerin kesildiği haberi geldi. Padişah atından inerek şükür secdesine kapandı ve çadırına dinlenmeye çekildi.
Türk askeri 29 Mayıs 1453 Salı günü güneşin doğuşuyla birlikte şehre girmişlerdi. 21 yaşındaki padişah Bizans’ı fethetmişti. Bugün tarihte yepyeni bir çağ başlıyordu. O artık bir “FATİH”ti. II. Mehmet, bu andan itibaren Fatih Sultan Mehmet diye anılmaya başlandı. Bizans, bu günden itibaren Türklerin İstanbul’uydu.
Bizans halkı panik halindeydi. Ne yapacağını, nereye gideceğini bilemeden oraya, buraya kaçışıyorlardı. Evlerinden sokağa fırlıyorlar, sokaktakiler evlerine kaçıyorlar, ortalıkta korku ve şaşkın bir vaziyette koşuşuyorlardı. Bir kısmı kendi kendisini öldürdü. Büyük bir bölümü de Ayasofya’ya sığındı. Kapılarını da sıkı sıkıya kapattılar.
Sabahın ilk saatlerinde İstanbul’un her tarafında Türk bayrakları dalgalanıyordu. Sadece bugün Bahçekapı denilen yerde Giritli gemiciler teslim olmamışlardı. Onların bu kahramanca savunmaları Fatih’in çok hoşuna gitmişti. Gemicileri takdir ederek hücumu durdurdu. Savaşı bırakmaları halinde serbestçe gemilerine binip gidebilecekleri bildirildi.
Türk askerleri İstanbul’a girince hiçbir şekilde katliam yapmadılar. Kendisine karşı gelen bazı birlikler dışında kimseye dokunmadılar. Kimsenin burnu bile kanamadı.
Birkaç koldan şehre giren Türk askerleri Aksaray tarafında birleştiler. Buradan Ayasofya’ya geldiler. Çok geçmeden Ayasofya’ya girdiler. Daha bir saat öncesine kadar kendilerini öldürmek isteyen bu insanlara karşı Türk askeri, insanüstü bir merhamet ve şefkat göstermiştir.
Fatih Sultan Mehmet, atının üzerinde, muhteşem bir alayla Topkapı’dan şehre girdi. Bizanslılar, Fatih’i alkışlar arasında çiçeklerle karşıladılar. Çiçek sunan kızlar, Akşemsettin’i padişah zannederek ona çiçek verdiler. O, kendisinin padişah olmadığını söyleyerek 21 yaşındaki Fatih’i gösterdi. Genç kızlar Fatih’in yanına gelip çiçekleri vermek isteyince, Fatih: “Padişah benim, ama o da benim öğretmenimdir !” diyerek çiçeklerin ona verilmesini istedi.
Fatih, Bizans halkının tezahüratı ve alkışları, Türk askerinin tekbir sesleri arasında İstanbul’a girerek FATİH unvanıyla Ayasofya’ya gitti. Burada toplanan, sayıları on bini bulan kadınlı erkekli halk ve papazlar, İstanbul’un genç fatihini kapının önünde, atının üzerinde görünce ağlayarak yere kapandılar. Büyük Türk Hakanı, onlara sakin olmalarını söyledi. Sonra Patrik’e döndü: “Ayağa kalk! Ben Sultan Mehmet, sana ve arkadaşlarına ve bütün halka söylüyorum ki bu günden itibaren artık ne hayatınız ve ne de hürriyetiniz hususunda benim gazabımdan korkmayınız” dedi.
Tarihte bu sahneleri yaşayan çok az hükümdar olmuştur. Düşmanını affeden, onları misafir gibi ağırlayan, iltifatlarda bulunanlar sadece Türk Hakanları olmuştur. İşte Fatih bu hakanlardan birisidir. İstanbul içindeki binlerce halkı, Ayasofya’ya saklanan on bine yakın insanı sevgiyle kucaklamıştır.
Fatih, Ayasofya’nın boşaltılmasını, içindeki Hıristiyanlara ait mukaddes eşyaların çıkarılmasını ve burasının cami yapılmasını emretti.
Fatih, Ayasofya’yı takdirlerini belirterek gezdi. İkindi vakti, burada ezan okunmasını istedi. İkindi namazını Ayasofya’da kendisi kıldırdı.
Fatih, Ayasofya’dan ayrılınca, şehirde kısa bir inceleme gezisi yaptı. İmparatorun cenazesinin gereği gibi kaldırılması emrini verdi. Sonra otağına döndü.
Akşama doğru Bizanslılar emniyette olduklarını gördüler. Galata’ya sığınan ve imparatordan sonra en nüfuzlu kişi olan Notaras tekrar İstanbul’a döndü. Fatih bir iki defa Notaras’ı huzuruna kabul etti. Hasta olan eşini evinde ziyaret ederek gönüllerini aldı.
FATİH VE İNSAN HAKLARI:
Fatih Sultan Mehmet Hıristiyan topluluğuna çok iyi davrandı. Asil esirlerin fidye karşılığı serbest kalmalarını sağladı. İsteyene şehirde yerleşme izni verdi. Bunları vergiden muaf tuttu. Pek çoğuna ev verdi. Bazılarını da Haliç kenarına yerleştirdi.
Fatih, İstanbul’un harap olan yerlerinin derhal onarılmasını istedi. Ayrıca yeni binalar yaptırdı. Bu inşaatlarda esirleri çalıştırdı. Onlara oldukça fazla bir gündelik vererek fidyelerini vermelerini kolaylaştırdı. Esirlere kötü davranılmasını yasakladı.
Fatih İstanbul halkına çok iyi davrandı. Hıristiyanlara büyük imtiyazlar tanıdı. Onlardan gelen istek ve arzularının daha fazlasını onlara verdi. Bunları tamamen insanî duygularla yapmıştır. İstanbul’daki bütün insanlara ibadet serbestliği verdi. Fetihten hemen sonra topluluğun arzusu ile Georgios Skholarios’u Hıristiyan topluluğunun ruhanî başkanı olarak seçti. 06 Ocak 1454 tarihinde de onu II. Gennadios adıyla makamına oturttu. Ayrıca, ona değer vermiş, yemeğe çağırmış ve hediyeler vermiştir.
Fetih sırasında dürüst davranan Yahudi cemaatine de havralarına sahip olma hakkı tanıdı. Haham Rabbi Maise Kapsali’ye iyi davrandı.
1461 tarihinde Bursa’daki Hovakim’i (Yovakim/Ovakim) İstanbul’a getirerek Ermenilerin başına Patrik yaptı. Böylece bütün cemaatlere aynı yakınlığı ve şefkatini göstermiştir.
Fatih’in en büyük insanlığı, fetihten sonra, İstanbul’da hiçbir kimsenin canına, malına dokunmayışıdır.
FETHİN YANKILARI:
İstanbul’un Türkler tarafından fethedilmesi bütün dünyada büyük yankılara sebep oldu. Avrupa’da korkunç bir felâket olarak kabul edildi. Büyük üzüntü yarattı.
Avrupa’nın bütün derdi, Türkleri Avrupa topraklarından atmaktı. Niğbolu’nun öcünü almak bahanesiyle karşılarında 12 yaşında bir padişah görünce iştaha kapılan Haçlılar, 1444 yılında Varna’da, 1448 yılında Kosova’da derslerini almışlardı.
Şimdi durum daha değişik bir hal almıştı. Haçlılar savaşa katılmadan “Osmanlı tokadı”nı yemişlerdi. Bizans’ın Türklerin eline geçmesiyle, Doğu Roma İmparatorluğu sona ermiştir. Böylece burada siyasi coğrafya değişmiş, Avrupalıların Türkleri kovmak istedikleri topraklar, şimdi tamamen Türklerin eline geçmişti.
Avrupa yas tutarken İslam âleminde büyük sevinçle karşılandı. Kahire’de kutlamalar günlerce sürdü. Geceleri her taraf aydınlatıldı. Memlûk Sultanı Fatih’e elçi göndererek kendisini tebrik etti.
HZ. MUHAMMET’İN MÜJDESİ:
İstanbul, tarihin her döneminde başka milletlerin gönlünde yaşayan, ama ulaşamadıkları bir hedef olmuştur. Bizans adı, Doğu Roma İmparatorluğu adından daha yaygındır. Bizans, defalarca kuşatılmasına rağmen alınamamıştır. Müslümanlar da Bizans’a kayıtsız kalmamışlardır. Çünkü bunu bir görev sayıyorlardı. Hz. Muhammet 653 yılında bu olayı şöyle müjdelemişti:
“Kostantıniyye (İstanbul) şüphesiz fethedilecektir. Onu fetheden komutan ne güzel komutandır. Bu asker ne güzel askerdir.”
Peygamberimizin bu müjdesine ulaşmak, Müslümanlar için en önemli fetih amacıdır. İstanbul, Müslümanlar için ideal olmuştur. Peygamberimizin müjdelediği saadete ulaşmak en büyük mutluluk olarak kabul ediliyordu. Emevîler ve Abbasîler zamanında kuşatılmış ama alınamamıştı. Güzelcehisar’ı (Anadolu Hisarı’nı) yaptıran Yıldırım Bayezit de İstanbul’u kuşatmış ama bu kuşatma yarım kalmıştı.
21 yaşındaki Osmanlı Hakanı Fatih Sultan Mehmet, Hz. Muhammet’in müjdesini verdiği, kutlandığı komutandır. 29 Mayıs 1453 Salı günü İstanbul’u alan Türk askeri de, “... ne güzel askerdir” diye kutlanan askerdir.
Fetihten sonra, Akşemsettin, gördüğü bir rüya üzerine, Emevîler döneminde, 668 yılında, İstanbul’u kuşatma sırasında şehit düşen, Arap ordusu komutanı ve peygamberimizin yakını olan Ebu Eyyub-i Ensari’nin (Eyüp Sultan’ın) mezarını bulmuştur.
İstanbul’un fethi, bütün Türk tarihinin en önemli, en muhteşem ve en şerefli olayı olarak kabul edilir. Ortaçağ’ı kapatıp, Yeniçağ’ı açmanın hiçbir şeyle ölçülemeyecek derecede muazzam olan bir şerefi vardır. Bu şeref, Türk milletine ve onun büyük Hakanı Fatih Sultan Mehmet’e aittir. Bu olay bizlere sonsuz bir mutluluk vermektedir.
KAYNAKLAR
Öztuna, Yılmaz, Başlangıcından Zamanımıza Kadar Büyük Türkiye Tarihi, C. 2, Ötüken Yayınevi, İstanbul, 1983.
Tansel, Selahattin, Fatih Sultan Mehmet’in Siyasî ve Askerî Faaliyetleri, Millî Eğitim Bakanlığı Yayınları, İstanbul, 1999.
Orhunlu, Bilge, “İstanbul’un Fethi ve Bazı Meseleler”, Yeni Hayat, Mayıs 1996, Yıl. 7, S. 19.
Büyük Larousse Sözlük ve Ansiklopedisi, C. 15, Milliyet, İstanbul, 1983.
Meydan Larousse Lügat ve Ansiklopedisi, C. 8, Meydan Yayınevi, İstanbul, 1985.
Ana Britannica Genel Kültür Ansiklopedisi, C. 1 ve 15, Ana Yayıncılık AŞ., İstanbul, 1989.
Türk Ansiklopedisi, C. XVI, Millî Eğitim Bakanlığı Yayınları, Ankara, 1968.
Yeni Hayat Ansiklopedisi, C. 1 ve 5, Doğan Kardeş yayınları, İstanbul, 1980.
ÖNSÖZ
Tarihin akışı içinde milyarlarca insan yaşamıştır. Bunların arasında pek azı, kişilikleri ve bazı olaylar sebebiyle öne çıkarlar. Herkes tarafından istisnasız “Büyük insan” olarak tanımlanırlar.
“Büyük insan” dediğimiz kişiler arasında en önemli noktada genç Osmanlı padişahı II. Mehmet vardır. Kendisi, döneminin en iyi eğitimcileri tarafından yetiştirilmiştir. Pek çok yabancı dili çok iyi derecede bilmektedir. Bilim ve teknikte de üst seviyede bilgi sahibidir. Boğazkesen hisarının yapımını bizzat kendisi düşünmüş, projesini hazırlamış ve yapımında çalışmıştır. Bizans surlarını döven büyük topların projesini hazırlayıp dökümünü gerçekleştirmiştir. Ayrıca, tarihte ilk defa “havan topu”nu yaptırmış ve İstanbul’un fethinde kullanmıştır.
Asker olarak, usta bir komutan, strateji ustası olarak kendini göstermiştir. En büyük özelliği, savaş başlamadan kiminle savaşılacağını kimse bilemezdi. Bu sebeple, son seferin nereye ve kime karşı olduğu bilinmemektedir.
Devlet adamı olarak adil bir hükümdardı. Başarılı bir yönetim uygulamıştır.
İnsan olarak büyük özelliklere sahiptir. Yaşadığı çağın değil, günümüz insan haklarına verilen değerlerin daha da üzerinde duygulara sahip idi. Kendisi şefkat ve iyilik timsali olmuştur.
Bu duyguların en önemli mimarları Molla Güranî ile Akşemsettin’dir. Hattâ bir gün, II. Mehmet, kendisini dine –daha fazla- vermek isteyince, Akşemsettin buna izin vermemiştir. Kendisinin din adamı değil, devlet adamı olduğunu söylemiş, devlet işleriyle ilgilenmesini istemiştir.
Şairdir, ince ruhludur. “Avni” mahlasıyla şiirler yazmıştır.
Sultan Mehmet, çocuk denecek yaşta padişah oldu. 21 yaşında İstanbul’u fethetti. “FATİH” oldu. Çağ açıp kapayan insan olarak tarihte yerini aldı.
Padişahlığı döneminde 3 tanesi imparatorluk olmak üzere, 20’den fazla devleti tarih sahnesinden sildi. Ele geçirdiği ülkelerde insanlara çok iyi davranmıştır. Dinlerine, dillerine karışmamıştır. Osmanlı topraklarında bayındırlığa büyük önem vermiştir.
Ege Denizi ve Karadeniz’i Türk denizi haline getirmiştir. Boğazlar Rejimi’ni kurmuştur.
Günümüzden geçmişin derinliklerine uzanan yolda pek çok büyüğümüz vardır. Oğuz Han’dan Mustafa Kemal Atatürk’e kadar gelen “Türk Büyükleri” galerisinde yer alan kahramanlarımızı tanımak, sevmek, önemli bir görevdir. Çocuklarımızı bu yönde teşvik etmeliyiz. Onlara yeni kitaplar, broşürler sunmalıyız. İşte bunlardan biri olan Fatih Sultan Mehmet’i, çağ açıp kapayan büyük insanı ve onun eserini, Ortaçağ’a son veren “İstanbul’un Fethi”ni iyi öğrenmeliyiz. Bu küçük kitabın görevi, bu büyük insanı çocuklarımıza tanıtmak, öğretmek ve bu konuda düşüncelerine yeni kapılar açmaktır.
Dilerim ki, Fatih’i okuyan çocuklarımız, onu tanısınlar, sevsinler, ondan ilham alsınlar. Bilime, tekniğe, edebiyata önem versinler. Özellikle insanca duygularını geliştirsinler, hoşgörülü olsunlar.
Halil İbrahim YILDIRIM
EĞİTİMİ VE YETİŞMESİ:
II. Mehmet 30 Mart 1432 tarihinde Edirne’de doğdu. Babası, altıncı Osmanlı padişahı II. Murat, annesi Hüma Hatun’dur. II. Mehmet, ailenin dördüncü oğludur.
II. Mehmet, yedinci padişah olarak tahta çıkıp İstanbul’u alınca, kendisine “FATİH” unvanı verildi. O andan itibaren Fatih Sultan Mehmet olarak anıldı.
II. Murat, fikir ve bilim adamlarına değer veren bir hükümdar idi. Bu sebeple, oğlu Mehmet’in eğitim ve öğretimine büyük önem vermiştir. O dönemin en seçkin bilginlerini oğlu Mehmet’in yetiştirilmesi işinde görevlendirdi.
II. Mehmet’in yetişmesinde en önemli pay Molla Güranî’nindir. Sultan Mehmet, çocukluğunun ilk yıllarında okuma yazmadan pek hoşlanmazdı. Buna karşılık Molla Güranî, karşısındaki çocuğun bir padişah çocuğu veya geleceğin sultanı demeden azarlardı. Dersleriyle ilgilenmesi için onu sıkıştırırdı. Çünkü padişah II. Murat, Molla Güranî’ye, gerekirse Şehzâde Mehmet’i dövmek yetkisini de vermişti.
Molla Güranî bugün Kuzey Irak’ta bulunan Şehrizor’a bağlı Güran kasabasında 1416 tarihinde doğdu. 1488 tarihinde öldü.
Büyük Türk bilgini Molla Güranî, tefsir ve hadis üzerinde değerli eserler hazırladı. Şiirleri de vardır.
Bursa’ya geldiği zaman, padişah II. Murat kendisine çok değer verdi, iltifatta bulundu. Şehzade Mehmet’in baş hocası yaptı. O da, Şehzâde Mehmet’i mükemmel bir şekilde yetiştirmiştir.
II. Mehmet’in yetişmesinde önemli olan bir diğer kişi Akşemsettin’dir. Akşemsettin, II. Mehmet’i Bizans’a yönlendiren, aklına yerleştiren, onu Bizans ile bütünleştiren; Bizans’ı almak, ona sahip olmak düşüncesini Sultan Mehmet’te temel ülkü haline getiren insandır.
Şam’da doğan Akşemsettin, XV. Yüzyılda yetişmiş mutasavvıfların en büyüklerindendir. Asıl adı Şemsettin Ahmet’tir. Beyaz elbiseler giyindiği için kendisine Ak-Şemsettin denilmiştir. Osmancık’ta müderrislik (medrese öğretmenliği) yaparken, tasavvufa ilgisi yüzünden Ankara’ya Hacı Bayram Veli’nin yanına geldi. Onun yanında eğitim gördü. Beypazarı ve İznik’e bağlı Göynük’te yaşadı. Padişah II. Murat kendisine değer verirdi.
Akşemsettin’in tıp ve tasavvuf ile ilgili önemli eserleri vardır. “Şemsî” mahlasıyla şiirler yazdı.
II. Mehmet’in ilk hocaları arasında Molla Hayrettin, Molla Zeyrek, İbnü Temcid, Molla Hüsrev bulunur. İstanbul’un ilk kadısı Hızır Çelebi’nin oğlu Vezir Hoca Yusuf Sinan Paşa da Şehzâde Mehmet’in hocasıdır.
XV. yüzyılın en büyük Osmanlı şairi olan ve “Bursalı” diye bilinen Vezir Ahmet Paşa da edebiyat dersleri vermiştir.
II. Mehmet’in daha pek çok hocaları vardır. Türk hocaların yanı sıra yabancı hocaları da vardır. Bunlar arasında Bizanslı ve İtalyan hocalar çoğunluktaydı. En önemlileri, İtalyanca hocası Ciriaco Anconitano (yani Ancona’lı Ciriaco) ile meşhur İtalyan tarihçisi Giovanni Maria Angioello idi.
II. Mehmet, her şehzâdeye öğretilen Çağatay lehçesi ile beraber Farsça ve Arapça öğrenmiştir. Ayrıca Yunanca, Latince, Sırpça, İtalyanca ve İbranîce dillerini iyi şekilde biliyordu.
II. Mehmet, döneminin en büyük bilginlerinden eğitim aldığı için, padişahlığı zamanında da bilginlere önem vermiş, iltifatta bulunmuştur. Onlara her zaman yakınlık göstermiştir. Hocası Molla Güranî’nin elini öpüp, yanına oturtmuştur.
O dönemde padişah çocukları, yani şehzadeler illere ve sancaklara yönetici olarak gönderilirlerdi. Buralarda devlet işlerini, yönetim ilkelerini öğrenirlerdi.
Şehzâde Mehmet, 1443 yılı baharında, on bir yaşında iken Sancak Beyi olarak Manisa’ya gönderildi. 1443 yılının sonlarında Amasya’da bulunan ağabeyi Alâeddin ölünce, Osmanlı tahtının tek varisi oldu.
II. MEHMET’İN BİRİNCİ DEFA TAHTA ÇIKMASI:
Osmanlı padişahı II. Murat, doğuda ve batıda barışı sağladığını düşünerek 1444 yılında oğlu II. Mehmet’i, Manisa’dan başkent Edirne’ye getirtti. II. Murat padişahlıktan ayrıldı. Çocuk denecek yaştaki oğlunu padişah ilân etti. İnzivaya çekilerek kendisini ibadete verdi.
II. Murat, başkent Edirne’den ayrılarak önce Bursa’ya, oradan da Manisa’ya gitti.
II. Mehmet, on iki yaşında Osmanlı padişahı olunca, içeride ve dışarıda fırsat kollayanlar boş durmadı. İçeride, babası II. Murat’ın başveziri Çandarlı Halil Paşa’ya karşı, Şehabettin Şahin, Nişancı İbrahim ve Zağanos Paşalar II. Mehmet’in yakın çevresinde yer alarak aralarında bir iktidar yarışı başladı.
Dışarıda ise Arnavutluk Osmanlı’nın elinden çıkmak üzereydi. Mora Despotu topraklarımıza saldırdı. Balkanlarda da nüfuzumuz zayıflamaya başladı.
Bizans İmparatoru’nun elçileri Paris ve diğer başkentlerde, Niğbolu’nun intikamının zamanı geldi diye kışkırtmalarda bulundu. Papa da büyük bir Haçlı Ordusu kurmaya başladı.
II. Murat’ın henüz kısa süre önce anlaşma yaptığı Macaristan ve Lehistan kıralı Ladispas, İnci üzerine yaptığı yemini bozarak Haçlı Ordusu’na katıldı. Ayrıca Litvan, Çek, Hırvat, Slovak, Sloven kuvvetleri ile Almanya İmparatorluğu içindeki pek çok devletin kuvvetleri de katılmıştır. Fransa ise Niğbolu’nu unutmadığı için temkinli davranmıştır. Küçük bir birlik vermiştir. Venedik, o günlerde bir numara olan donanmasını göndermiştir. Bizans, asker veremeyeceğini ama donanmasını Türklere karşı kullanabileceğini açıklamıştır. Bizanslılar, Karamanoğlu’nu da yanlarına almak için elçiler gönderdi. Ayrıca, Orhan Çelebi adında birini II. Mehmet’in karşısına çıkardılar. Eflâk (Romanya) Prensliği de Osmanlı Devleti’ne isyan ederek Haçlılara katıldı.
Varna’ya doğru ilerleyen Haçlı Ordusu Tuna’yı geçmek üzere iken 70 parçalık Papalık donanması Çanakkale’ye geldi. Bu durum, Osmanlı Devleti için büyük bir tehlike idi. Bunun üzerine Edirne’de Saltanat Şûrası toplandı. Tek çarenin II. Murat’ı çağırmak olduğuna karar verildi. Sultan II. Mehmet için ağır bir karar olmasına rağmen, babasını davet etmek zorunda kaldı. II. Murat, bu daveti kabul etmek istemedi. Oğlunun otoritesini tartışma konusu yapmak istemedi. Ama oğlu II. Mehmet’in gönderdiği, “Eğer padişah biz isek size emrediyoruz, gelip ordumuzun başına geçin; yok siz iseniz, gelip devletinizi müdafaa edin” şeklindeki mektubu üzerine Manisa’dan hareket etti.
II. Murat, Çanakkale Boğazı Papalık donanması tarafından tutulduğu için İstanbul Boğazı’ndan geçti. Kendisini engellemek isteyen iki büyük Bizans savaş gemisinden biri batırıldı, diğeri yaralı olarak Haliç’e kaçtı.
Şehabettin ve Zağanos Paşalar, II. Mehmet’i ordunun başına geçmesi, babasını da Edirne’de kalması konusunda ikna ettiler. II. Murat, Edirne’ye gelince oğlunu tahttan indirmedi. Ordunun başına geçti. Oğlu Sultan II. Mehmet’i de Çandarlı Halil Paşa ile Edirne’de bıraktı.
II. Murat, Haçlı Ordusu’nu 10 Kasım 1444 günü Varna’da büyük bir bozguna uğrattı. Savaştan sonra yeniden Manisa’ya döndü.
Bu ara, Mora Despotu yine Osmanlı’ya meydan okumaya başladı. Eflâk (Romanya) Beyi ise isyanına devam edip Osmanlı karşısında küçük başarılar elde ediyordu. İşte bu ortamda, başkent Edirne’de büyük bir yeniçeri ayaklanması başladı. Sadrazam Çandarlı Halil Paşa Manisa’ya gizlice bir haberci gönderdi. II. Murat Edirne’ye gelerek tekrar tahta oturdu. II. Murat’ın yeniden padişah olmasında 02 Aralık 1445 ve 11 Ağustos 1446 tarihleri söylenmektedir. Bunun ikinci ve üçüncü defa tahta geçişi olduğunu söyleyenler de vardır. II. Mehmet, tekrar Manisa Sancak Beyliği’ne döndü.
II. Murat, 27 Kasım 1446’da Mora, 1447 baharında Arnavutluk Seferi’ne çıktı. 17 Ekim 1448’de ise Haçlılara karşı İkinci Kosova Savaşı’nı yaptı. II. Mehmet, bu savaşlara katıldı. Kosova’da sağ kolundan yaralandı.
II. Murat, 1450 yazında İkinci Arnavutluk Seferi’ne çıktı. II. Mehmet, yine babasının yanında sefere katıldı. Fakat Akçahisar önünde başarısız oldu.
II. Mehmet, Kasım 1450 tarihinde Edirne’de yapılan bir düğünle Dulkadiroğlu Süleyman Bey’in kızı Sitti Hatun ile evlendi. Düğünden sonra Manisa’ya döndü.
II. Murat 03 Şubat 1451 günü vefat etti. Sadrazam Çandarlı Halil Paşa Manisa’ya gizlice bir haberci gönderdi. Haberci 06 Şubat günü Manisa’ya ulaşarak durumu II. Mehmet’e bildirdi. Sultan II. Mehmet, “Beni seven arkamdan gelsin !” diyerek yola çıktı. İki günde Gelibolu’ya geldi. İki gün burada maiyetinin gelmesini bekledi. 10 Şubat günü Gelibolu’dan ayrıldı. 18 Şubat 1451 günü başkent Edirne’ye geldi. Edirne dışında karşılanan II. Mehmet Osmanlı tahtına oturdu. 19 yaşındadır ve Osmanlı Devleti’nin siyasî durumu şimdi daha iyi durumdadır.
II. Mehmet, babasının Sadrazamı Çandarlı Halil Paşa’yı değiştirmedi. Ama kendisini destekleyen ve Çandarlı’nın siyasî rakiplerinden olan Şehabettin Paşa’yı ikinci vezir yaptı, Zağanos Paşa’yı da divana aldı.
II. Mehmet, kendisini tebrik etmek için Edirne’ye gelen elçileri nazik bir şekilde kabul etti. Hattâ Bizans elçisine daha çok iltifatta bulundu. Mevcut anlaşmalara sadık kalacağını bildirdi.
II. Mehmet’in yeniden tahta çıkması ve elçilere karşı yumuşak davranması ile düşmanlarımız yeniden ümitlendiler. Bizanslılar, Sırplar ve Karamanoğlu İbrahim Bey harekete geçtiler. Bu durum karşısında II. Mehmet, Sırplara ve Bizanslılara karşı gayet olumlu davranarak, onların isteklerine uygun bir anlaşma yaptı. 1451 Mayısında Anadolu’ya geçti. Osmanlı topraklarına saldıran Karamanoğlu İbrahim Bey üzerine yürüdü. İbrahim Bey, halasının beyi idi. II. Mehmet’in geldiğini duyan İbrahim Bey Taşeli’ne kaçtı. Bu günlerde beklenmedik olaylar oldu. Bizans’ın etkisinde kalan Batılılar Çanakkale Boğazı’nı kuşattılar. Bizans ise Sultan II. Mehmet’in arkasından Anadolu’ya elçi göndererek yeni isteklerde bulundu. Ayrıca, Orhan Çelebi’yi Osmanlı tahtının varisi olarak ortaya çıkarmakla tehdit ettiler.
Bu gelişmeler üzerine II. Mehmet, Karamanoğlu İbrahim Bey ile bir dostluk anlaşması yaparak geri döndü. Dönüş yolunda yeniçeriler bir daha isyan ettiler. II. Mehmet, yeniçerilere on kese altın dağıtarak isyanı yatıştırdı ve yoluna devam etti. Edirne’ye gidince yeniçeri ocağında önemli değişiklikler yaptı. Yeniçeriler üzerinde kudretini kabul ettirdi. Bu pürüz giderilince Bizans’ın (İstanbul’un) fetih hazırlıklarına başladı.
II. Mehmet, Anadolu’dan dönerken, Batılılar Çanakkale Boğazı’nı tuttuğu için karşıya geçemedi. İstanbul Boğazı’na gelip, babasının geçtiği yerden karşıya geçti.
BOĞAZKESEN HİSARI:
II. Mehmet Anadolu’dan karşıya geçince başveziri Çandarlı Halil Paşa’ya; “Lala ! Burada bana bir hisar gerektir” dedi. Yapılacak hisarın yerini II. Mehmet tespit etti. Burası, I. Bayezit’in yaptırdığı Güzelcehisar’ın (Güzelhisar/Anadolu Hisarı) karşısındaydı.
Bu hisarın yaptırılmasında iki önemli sebep vardı: 1-Anadolu ile Edirne arasında gidip gelmeler esnasında karşıya geçişler sıkıntılı olmamalıydı. Bu hisar sayesinde geçişler daha emniyetli ve rahat olacaktı. 2-Hisarın yaptırılması kararı, İstanbul’un fethi için atılan ilk adımlardan biri olmuştur. Boğaz’ın en dar yerine yaptırılacak olan bu hisar, Karadeniz’den Bizans’a gelecek yardımları engelleyecek ve Bizans’ın dışarıyla ilişkisi kesilmiş olacaktı.
II. Mehmet, burada yapılan hisara Boğazkesen Hisarı adını verdi. Boğazkesen Hisarı’nın yerini keşfeden genç padişah, projesini de hazırladı. Hisarın plânını mimar Muslihüddin Ağa çizdi.
Sultan II. Mehmet, hisarın inşaatında dört vezirini birden görevlendirdi. Üç burcun her birinin yapımını birer veziri üstlendi. Doğudaki, yani deniz kıyısındaki burcun yapımı Çandarlı Halil Paşa’ya; güneyde yapılacak burcun inşaatı Zağanos Paşa’ya; kuzeyde yapılacak burç ise Sarıca Paşa’ya verildi. Şehabettin Paşa ise çalışmalara nezaret edecekti. Bu hisarın bir özelliği de, vezirlerin kendi paralarıyla yapılmış olmasıdır.
Boğazkesen Hisarı’nın inşaatı 21 Mart 1452 günü başladı. Yaklaşık dört ay içinde, Temmuz ayının son günlerinde bitirildi. İnşaatta 7.000 kişi çalıştı. Mimar Muslihüddin Ağa, inşaat süresince her ayrıntıyla yakından ilgilendi. II. Mehmet, inşaat süresince mimara, vezirlerine, işçilere destek oldu. Onlara moral verdi. İnşaatta çalışanlarla birlikte çalıştı, malzeme taşıdı. Özellikle topların konulacağı bölümleri kendisi projelendirdi., hazırlattı. Yıldırım Bayezit’in yaptırdığı Güzelcehisar’ı (Anadolu Hisarı’nı) da tamir ettirerek buraya da özel top bölmeleri yaptırdı. Böylece her iki hisara yerleştirilen toplar sayesinde boğazdan geçen gemiler kontrol altına alınmış oluyordu. Boğazkesen Hisarı’na ayrıca bir cami ve iki çeşme yapılmıştır.
Daha önce Bizans’a çalışmaya gelen Macar (Erdel) asıllı Urban usta burada ilgi görmemiş ve yeterli ücret alamamıştı. Boğazkesen Hisarı inşaatı sırasında Bizans’ı terkederek genç padişahın yanına gelerek iş istedi. Sultan II. Mehmet de, bu döküm ustasına iş verdi. Bizans kuşatmasında kullanmak istediği ve projesini kendisinin hazırladığı büyük topların döküm işlerinde kullandı.
II. Mehmet Edirne’ye geldi. Burada Divan’ı topladı. İstanbul’un fethini görüştüler. Vezirlerin düşüncelerini öğrendi. Sadece Çandarlı Halil Paşa karşı çıktı. Bazıları da onu destekledi. Ama Divan’dan fetih kararı çıktı.
Bu karar üzerine II. Mehmet, Boğazkesen Hisarı komutanı Akçaylı Mehmet Bey’i görevlendirerek Bizans kapıları çevresindeki mallara ve sürülere el koydurdu. Bu olaydan sonra imparator kapıları ördürdü ve surları tamir ettirdi.
Sultan II. Mehmet, 24 Ağustos 1452 günü 50.000 kişilik bir kuvvetle Bizans (İstanbul) surları önüne gelerek denetimlerde bulundu. Surları yakından inceledi. Kuşatma harekâtının keşfini yapıp 01 Eylül günü Edirne’ye geri döndü.
Bizans İmparatoru XI. Konstantin, Türkler’e karşı Papa ile anlaşma yolunu seçti.
Kasım 1452’de Kardinal Isidorus bir Venedik kalyonu ile Bizans’a geldi. 12 Aralık 1452’de, Bizans sarayının, senatosunun ve ruhban sınıfının karşı çıkmasına rağmen Ayasofya’da ayin yapıldı.
Bizans’taki Ortodokslar, Katoliklerle anlaşamıyorlardı. Birbirlerini sevmezlerdi. Ayasofya’da yapılan bu ayin ile Ortodokslar, Katoliklerin üstünlüğünü kabul etmiş oluyorlardı. Bu olay, halk arasında hoş karşılanmadı. Küskünlük yarattı. Başbakan Lukas Notaras’ın: “İstanbul içinde Lâtin şapkası görmektense, Türk sarığı görmek daha iyidir” sözü bu olaydan sonra bir parola haline geldi. Bu olay ile imparator bütün nüfuzunu kaybetti.
II. Mehmet, Şubat 1453 tarihinde Rumeli Beylerbeyi Dayı Karaca Bey’i, Boğaz’ın Karadeniz kıyısı yakınındaki kaleleri ele geçirmekle görevlendirdi. Edirne’de büyük topların dökülmesini emretti. Projelerini kendisinin hazırladığı, şimdiye kadar kullanılanlardan çok daha büyük olan topların hesaplamalarını mimar Muslihüddin Ağa yapmıştır. Döküm işlerinde, Türk ustalarla birlikte Urban usta da çalıştı. Güllelerin dökümü yapılamadığı için kayalardan hazırlanmıştır.
Sultan II. Mehmet, bütün kışı Edirne’de savaş hazırlıklarını yapmakla geçirdi.
Şubat 1453’te, genç padişah, dökümü tamamlanan topların Edirne’den Bizans’a doğru nakledilmesini istedi. Topun geçeceği yolların bakım ve onarımında 50 usta ve 200 işçi çalıştı. 50-60 çift öküzün, mandanın çektiği topun iki yanında 200’erasker destek oluyordu.
İSTANBUL’UN FETHİ:
Sultan II. Mehmet, 23 Mart 1453 Cuma günü ordusunun başında Edirne’den ayrıldı. Ordu içinde bilginler, şeyhler, tarikat pirleri de vardı. Akşemsettin, Molla Güranî, Şeyh Sinan bunlardan bazılarıdır. Aydınoğlu ve Karamanoğlu kuvvetleri de gönüllü olarak gelmişlerdi. Sırp Despotu Brankovic de bir birlik göndermişti.
02 Nisan’da, Bizanslılar, Osmanlı donanmasının geçişini engellemek için Haliç’e zincir gerdiler. Lâtin gemicilerin yönetimindeki donanma bu zincirleri savunmakla görevlendirildi.
Osmanlı ordusu 04 Nisan günü İstanbul civarına geldi. Ordu, önceden yapılan kuşatma planına göre düzenli hareketlerle surların karşısına yerleşti.
05 Nisan günü ordu hazırlıklarını yaparak dinlenmeye çekildi. Bizans’ın (İstanbul’un) kara surları Ayvansaray’dan Yedikule’ye kadar tamamen sarılmıştı. Padişah II. Mehmet, bu kuvvetlerin tam ortasında yani Topkapı ile Edirnekapı arasında yer aldı. Otağını Topkapı karşısında kurdurdu.
06 Nisan günü şafakla birlikte kuşatma harekâtı başladı. Kuşatma tamamlandıktan sonra genç padişah, Mahmut Paşa’yı Bizans’a elçi olarak gönderdi. Boş yere kan dökülmemesi için şehrin teslim edilmesini teklif etti. Bizans İmparatoru XI. Konstantin bu isteği reddetti. Çünkü imparator, surların çok dayanıklı, aşılması zor ve güvenli olduğuna inanıyordu. Ayrıca, Avrupa’dan geleceğini umduğu yardımcı kuvvetlere güveniyordu.
Genç padişah, elçisinin eli boş olarak gelmesi üzerine, orduya kuşatmanın başlatılması emrini verdi. Büyük topların ateşiyle kuşatma başladı. Çarpışmalar hemen kızıştı. Büyük toplar surlarda gedikler açıyor, mancınıklar taş yağdırıyordu. Aşağıda okçular sürekli ok yağdırıyorlardı. Ama buna rağmen kale duvarlarında geçmeye elverişli delikler açılamamıştı.
Bizanslılar ise başlarında imparatorlarıyla birlikte büyük gayretle savunmaya geçtiler. Hattâ ilk muharebeyi surların dışında kabul ederek büyük cesaret gösterdiler ve yeniçerilerin ilk hücumunu burada püskürttüler.
09 Nisan günü Bizanslılar, Haliç’te limanı kapayan zincir boyunca yeni düzenlemeler yaptılar.
11 Nisan’da, II. Mehmet, beş günlük kuşatmadan memnun değildi. Durumu yeniden değerlendirdi. Bazı stratejik değişiklikler yaptı.
12 Nisan günü, Gelibolu’da bulunan yüz elli parçalık Türk donanması Beşiktaş önlerinde toplandı. Bunu gören Bizanslıların moralleri bozuldu. Kara surlarında devam eden savaştan sonra deniz tarafında da savaşa gireceklerini anlayınca, Bizanslılar dehşete düştüler.
Bu ara, padişah II. Mehmet’in huzuruna bir Macar heyeti geldi. Bu heyet, Hunyadi tarafından gönderilmişti. Hunyadi, artık kral naibi olmadığını bildirdi. Bu bir Macar saldırısının olabileceği anlamındaydı. Ama genç padişah, bu tehdit karşısında geri adım atmadı. İstanbul’u almak için savaşa devam etti.
18 Nisan günü genel bir saldırı yapıldı. Gece geç saatlere kadar yapılan bu taarruzda çok kanlı çarpışmalar oldu. Fakat bir sonuç alınamadı. Ama aynı gün adalar (Büyükada, Heybeli, Burgaz, Kınalı vb.) zaptedildi.
20 Nisan günü deniz savaşı oldu. Fakat Türk gemileri, Bizans’a gelen dört geminin geçişini engelleyemedi. Birkaç geminin yardım için geldiği haberi ulaşınca, II. Mehmet, atına atlayarak deniz kenarına geldi. Üçü Cinivizlere, biri de Bizanslılar’a ait dört yelkenlinin gelmekte olduğunu gördü. Gemiler yiyecek ve asker ile doluydu. Türk gemileri, bütün uğraşlarına rağmen Haliç’e girmelerine engel olamadılar. Bu dört gemi, o an çıkan bir rüzgâr sayesinde kolayca bir limana sığındılar. Bu olay, genç padişah II. Mehmet’i sinirlendirdi. Donanma komutanı Baltaoğlu Süleyman Bey’i görevinden aldı. Yerine Hamza Bey’i atadı.
Dört geminin, Türk gemileri arasından sıyrılıp yardım getirmesi, imparatoru ümitlendirdi. Bu olay üzerine bir heyet göndererek barış teklifinde bulundu. Genç Osmanlı padişahı, Bizans’ın barış teklifini görüşmek üzere divanı topladı. Sadrazam Çandarlı Halil Paşa, bir an önce Bizanslılarla anlaşma yapılmasını heyecanlı bir şekilde savundu. Böylece İstanbul’dan vazgeçilecek, kuşatma kaldırılacak, Edirne’ye geri dönülecekti. İstanbul’un alınması, bilinmeyen bir başka zamana kalacaktı. Divan’da Çandarlı’yı destekleyenler vardı. Ama bunlara karşı çıkanlar da vardı. Molla Güranî, Akşemsettin, Zağanos Paşa barış yapılmasını istemediler. Padişah II. Mehmet de bu fikri destekleyince Bizans İmparatoru’nun barış teklifi reddedildi. Divan’da kuşatmaya devam kararı alındı.
Kuşatma kararından sonra II. Mehmet, çevresindekilere yeni bir plân sundu. Surlara yapılan hücumlardan bir sonuç alınamadığı için denizden de saldırılmasını istedi. Ancak Haliç’in ağzı zincirle kapalı olduğu için gemiler Haliç’e giremiyordu. İşte Sultan II. Mehmet’in yeni planı bu noktada önem kazanıyordu. Gemiler karadan yüzdürülüp Haliç’e indirilecekti.
21 Nisan günü Galata surlarının kuzeyine yerleştirilen bataryalar şafakta ateşe başladılar. Haliç’in ağzını kapatan zincirin gerisinde bulunan Hıristiyan gemilerine gönderilen gülleler Galata evleri üzerinden geçerek hedeflerine vuruyorlardı. Bu bataryaların plânı bizzat II. Mehmet tarafından yapılmıştır. Havan topunu ilk düşünen, yaptıran ve kullanan II. Mehmet olmuştur.
Haliç’te bulunan gemilere bu bombardıman yapılırken, karadan da büyük küçük bütün toplarla şiddetli bir bombardıman yapıldı. Bu gürültü arasında gemilerin geçecekleri yollar da hazırlanmıştı.
21 Nisan gecesi 67 parça Türk gemisi Tophane limanından yukarıya doğru çekilmeye başlandı. Kumbaracı yokuşu çıkılmış, Asmalı mescitten Tepebaşı yolu ile Kasımpaşa’ya indirildi. Böylece, iki üç kilometrelik yolu aşan gemiler Haliç’e girmiş oldu. Bu yolun bir günde veya bir gecede yapılması, gemilerin geçebileceği duruma getirilmesi ve gemilerin yürütülerek Haliç’e indirilmesi bir mucize gibidir.
22 Nisan sabahı, erken saatlerde Bizanslılar rüya gördüklerini sandılar. Haliç’te gördükleri Türk gemileri karşısında paniğe kapıldılar. Şimdi bu bölümdeki surlar da savunulacaktı. İmparator, bu bölümün savunmasını, kendilerine yardıma gelen yabancı kuvvetlere bıraktı. Edirnekapı’nın güneyindeki kuvvetler de buraya aktarıldı. Bizans’ın ileri gelenleri, yabancılara güvenilemez diyerek bu kararı hatalı buldular.
Halkın ve askerlerin korku içinde olmaları imparatoru telâşa düşürdü. Acele bir elçi göndererek barış istedi. II. Mehmet, teslim olmaları şartıyla kuşatmayı kaldıracağını bildirdi. Bizanslılar da bu teklifi kabul etmeyince savaşa devam edildi.
Bizanslılar, kara surlarına yapılan hücumlar karşısında endişeliydiler. Ama Türk gemilerinin Haliç’e girmeleri üzerine, endişenin yerini korku aldı. İmparator, halkın ve askerin panik halindeki bu korkusunu gidermek için bir plân uyguladı. 23 Nisan günü bir toplantı yaptı. Haliç’e giren Türk gemilerine baskın yapılması kararlaştırıldı. Bunun için Venedikli Jakomo Kuko görevlendirildi. 24 Nisan’da yapılacak bu baskını, Galata Cinivizlileri birkaç gün ertelettiler. Erteletmekle kalmadılar, Sultan II. Mehmet’e de duyurdular. Genç padişah tedbir alınca, 28 Nisan günü yapılan baskın başarısızlıkla sonuçlandı. Başarısız olunan baskın sonunda Rumlar, Venedikliler ve Cenevizliler arasında anlaşmazlık doğdu, birbirlerine karşı suçlamalar başladı.
23 Nisan gecesi, II. Mehmet’in, Haliç üzerine kurduğu köprü, akıllara durgunluk verecek ölçüdeydi. Bir gece içinde, binden fazla büyük fıçı ve sandal üzerinde o kadar sağlam ve muazzam bir köprü kurulmuştu ki, üzerinden beş asker yan yana rahatça geçebiliyordu. 28 Nisan’da yapılan baskın sırasında bu köprü önemli muharebelere sahne oldu. 150 Bizans denizcisi, Türk toplarının ateşi karşısında boğulmaktan kurtulamadılar.
Bu bozguna çok kızan imparator, Bizans’ta bulunan 260 Türk esirinin, surların burçları üzerinde başlarının vurulmasını emretti.
Karada yapılan çarpışmalar, Haliç’te, denizde de bütün şiddetiyle devam ediyordu. Surlarda büyük delikler açılıyordu. Ama hemen tamir edildiği için geçilebilecek büyüklükte gedikler oluşmuyordu.
06 Mayıs gecesi Osmanlı ordusu genel bir saldırıya geçti. Bayram Paşa deresi üzerinde bulunan surlarda kanlı çarpışmalar oldu.
Tekfur Sarayı ile Edirne Kapısı arasında yerli bir taarruza geçildi. Bu saldırıdan da bir sonuç alınamayınca, II. Mehmet bütün ağır topları Topkapı çevresine topladı. Buradaki surlar bütün şiddetiyle dövüldü.
Zağanos Paşa, Edirnekapı ile Tekfur Sarayı bölgesinde lâğımlar açtırdı. Burayı savunan Rumlar, bu girişimi öğrendiler ve onlar da karşı taraftan lâğım açmaya başladılar. Tesadüfen açılan lâğımlar birbirine rastlayınca, 16 Mayıs günü yer altında kanlı çarpışmalar oldu.
18 Mayıs günü Osmanlı ordusu, gece yaptıkları hareketli ahşap bir kuleyi Topkapı bölümünde kullanmaya başladılar. Bu kulenin de projesini genç padişah hazırlamıştı. Bu kule sayesinde surlara daha büyük zararlar verildi. Fakat Rumlar, ahşap kuleyi yaktılar. Gece de surları tamir ederek gedikleri kapattılar.
Sultan II. Mehmet, 23 Mayıs günü İsfendiyaroğlu Kasım Bey’i elçi olarak Bizans’a gönderdi. İsfendiyaroğlu imparatorun dostu idi. Törenle karşılandı. İsfendiyaroğlu, genç padişahın tekliflerini, Bizans’ın ileri gelenlerinin huzurunda imparatora iletti. II. Mehmet’in yaptığı teklifte, imparator şehri terk edebilecek, bütün mal ve hazineleriyle istediği yere gidebilecekti. Bizanslılar, kalmak isterlerse mal ve can güvenliği içinde kalabilecek, gitmek isteyenler mallarını alıp istedikleri yere gidebileceklerdi. İmparator, Mora Despotluğu görevi ile ödüllendirilecekti. İsfendiyaroğlu, daha fazla kan dökülmemesi ve felâketleri önlemek için teklifi kabul etmesini imparatordan özellikle istedi. İmparator savaş meclisini topladı. II. Mehmet’in teklifi uzun tartışmalardan sonra reddedildi.
26 Mayıs günü bir Macar heyeti daha geldi. Macar kıralı V. Ladislas’ın devlet işlerini ele aldığını ve Bizans’ın (İstanbul’un) kuşatılmasından vazgeçilmesini, aksi takdirde Bizans’ı savunmak üzere Macarların silaha sarılacağını, yine bu iş için bir donanmanın da gelmekte olduğunu bildirdi.
Bu gelişmeler üzerine II. Mehmet, 27 Mayıs günü savaş meclisini tekrar topladı. Sadrazam Çandarlı Halil Paşa, bu toplantıda da kuşatmadan vazgeçilmesini istedi. Zağanos Paşa, Akşemsettin ve Molla Güranî gibi kişiler ise kuşatmanın devamını savundular. Birçok komutan da bu fikri destekledi. Zağanos Paşa asker arasında dolaşarak onların düşüncelerini öğrendi. Asker de kuşatmanın devamını isteyince, kuşatmanın devam etme kararı kabul edildi. Bu karardan sonra II. Mehmet komutanlarını topladı. Tasarladığı hücum ile ilgili son emirlerini bildirdi.
28 Mayıs günü ordu hazırlığını tamamladı. Temizlik yaparak birbirleriyle helâllaştılar. Bu iki günlük dinlenmeden sonra 28 Mayıs Pazartesi akşamı Türk ordugâhında, gemilerde fenerler, kandiller ve mumlar yakıldı. Her taraf, Bizans’ın çevresindeki her karış toprak ve deniz üzerindeki onlarca gemi ve kayıklar birer ışık kaynağı olarak yanıyordu. Bu ışık ordusu surları aydınlatıyordu. Bizans ışık çemberi içindeydi. Binlerce askerin ağzından çıkan tekbir sesleri Bizanslıların daha çok korkmalarına, ürpermelerine sebep oluyordu.
Sabaha yakın saatlerde herkes uyanmış ve savaşa hazır duruma gelmişti. Padişah da kalkmış, abdest alarak iki rekât nafile namazı kıldıktan sonra Allah’a yalvarmaya başlamıştı. II. Mehmet, sehere kadar duasına devam etti. Sabah namazından sonra kılıcını kuşanarak atına bindi. Ordu son hücum için hazırdı. Komutanlar yerlerini aldılar. Top sesleri ile birlikte hücum başladı.
Yedikule ile Haliç arasında müthiş bir savaş başladı. Hücumun ağırlığı Topkapı’nın kuzeyindeki surlara karşı yapılıyordu.
Hücum başlar başlamaz askerlerimiz ileri atıldılar. Ok, sapan ve tüfeklerle surlar üzerindeki Bizans askerlerini yıldırıyorlardı. Surların önündeki geniş hendekleri bir hamlede aştılar. Merdivenleri surlara dayadılar. Kıyasıya, kanlı bir savaş oluyordu.
Bizanslılar büyük bir korku içindeydiler. Durmadan çanlar çalıyordu. Halk, telâş ve bilemedikleri bir heyecan ile sağa sola kaçışıyorlardı. Herkes, surları koruyan askerlere yardıma koşuyordu. Bizans İmparatoru, bütün devlet büyükleri ile birlikte Topkapı surlarında en önde savaştılar.
Türk hücumları üst üste sürüyordu. Hücum üstüne hücum yapılıyordu. Yeniçeriler dalga dalga surlara doğru geliyordu. Rumlar son gayretleriyle surları savunuyorlardı. Ok, mızrak, taş, kaynar su, kızgın yağ ile Türk hücumlarını karşılamaya çalışıyorlardı. Rumlar, yedek kuvvetlerini de savaşa soktular. Ancak, daha güneş doğmadan Rumların gözdesi Guistiniani yaralandı. İmparator, Guistiniani’ye çadırında dinlenmesini söyledi. Guistiniani ise, “Tanrı’nın Türklere açtığı yoldan gidiyorum” diyerek gemisine binip Sakız’a hareket etti. Bu olay, askerler üzerinde olumsuz etki yaptı. Moralleri bozuldu, büyük bir duraklama oldu.
Rum askerlerindeki duraklamayı fark eden sultan, yeniden hücum emri verdi. Bu saldırılar sonunda Ulubatlı Hasan adındaki dev cüsseli bir yeniçeri, kalkanını siper ederek otuz yeniçeri ile birlikte surlara tırmandılar. Surların üzerine geldikleri an, 18 arkadaşı vurularak surlardan aşağıya düştüler. Ulubatlı Hasan ve arkadaşları kahramanca savaşarak Türk bayrağını surlara diktiler. Bir ara Ulubatlı Hasan’ın ayağı taşa takılarak surlardan aşağıya düştü. Bizanslı askerler onun surun dibine düştüğünü görünce taş yağmuruna tuttular. Kendini daha fazla koruyamadı. Aldığı ağır yaralar ve atılan oklardan kurtulamayarak şehit oldu.
Surlarda dalgalanan Türk bayrağını gören Türk askerleri açılan bu yoldan surlara çıktılar. Rumlar dış surları terketmeye başladılar. Kaçarken birbirlerini çiğnediler. Askerlerimiz, kaçan Rumları kovaladılar. İki sur arasında çok kanlı çarpışmalar oldu. Türk askerleri bu noktada Topkapı surlarına bayrağımızı diktiler.
29 Mayıs 1453 Salı günü güneş henüz yeni doğuyordu. Bayrağımızı gören askerler, Bizans surlarının her noktasından içeri girmeye başladılar.
Türklere karşı en önde kahramanca savaşan kral Konstantin, Haliç tarafındaki surlara doğru yardıma giderken, birkaç asker ile karşılaştı. Çıkan çatışmada ağır yaralandı. O kargaşa arasında kimse bunu fark etmedi. İmparator orada öldü. Daha sonra Rumlar imparatorun öldüğünü öğrendiler. Konstantin’in ölüm haberi şehirde büyük bir korkunun yaşanmasına sebep oldu. Ümitsizliğe kapılan Bizanslılar şaşkın bir haldeydiler. Sağa, sola kaçışıyorlardı.
Güneş doğarken Türk askerleri şehre girdiler. Genç padişah, hücumun ilk anından beri atı üzerinde savaşı takip etmişti. Bizans’ta seslerin kesildiği haberi geldi. Padişah atından inerek şükür secdesine kapandı ve çadırına dinlenmeye çekildi.
Türk askeri 29 Mayıs 1453 Salı günü güneşin doğuşuyla birlikte şehre girmişlerdi. 21 yaşındaki padişah Bizans’ı fethetmişti. Bugün tarihte yepyeni bir çağ başlıyordu. O artık bir “FATİH”ti. II. Mehmet, bu andan itibaren Fatih Sultan Mehmet diye anılmaya başlandı. Bizans, bu günden itibaren Türklerin İstanbul’uydu.
Bizans halkı panik halindeydi. Ne yapacağını, nereye gideceğini bilemeden oraya, buraya kaçışıyorlardı. Evlerinden sokağa fırlıyorlar, sokaktakiler evlerine kaçıyorlar, ortalıkta korku ve şaşkın bir vaziyette koşuşuyorlardı. Bir kısmı kendi kendisini öldürdü. Büyük bir bölümü de Ayasofya’ya sığındı. Kapılarını da sıkı sıkıya kapattılar.
Sabahın ilk saatlerinde İstanbul’un her tarafında Türk bayrakları dalgalanıyordu. Sadece bugün Bahçekapı denilen yerde Giritli gemiciler teslim olmamışlardı. Onların bu kahramanca savunmaları Fatih’in çok hoşuna gitmişti. Gemicileri takdir ederek hücumu durdurdu. Savaşı bırakmaları halinde serbestçe gemilerine binip gidebilecekleri bildirildi.
Türk askerleri İstanbul’a girince hiçbir şekilde katliam yapmadılar. Kendisine karşı gelen bazı birlikler dışında kimseye dokunmadılar. Kimsenin burnu bile kanamadı.
Birkaç koldan şehre giren Türk askerleri Aksaray tarafında birleştiler. Buradan Ayasofya’ya geldiler. Çok geçmeden Ayasofya’ya girdiler. Daha bir saat öncesine kadar kendilerini öldürmek isteyen bu insanlara karşı Türk askeri, insanüstü bir merhamet ve şefkat göstermiştir.
Fatih Sultan Mehmet, atının üzerinde, muhteşem bir alayla Topkapı’dan şehre girdi. Bizanslılar, Fatih’i alkışlar arasında çiçeklerle karşıladılar. Çiçek sunan kızlar, Akşemsettin’i padişah zannederek ona çiçek verdiler. O, kendisinin padişah olmadığını söyleyerek 21 yaşındaki Fatih’i gösterdi. Genç kızlar Fatih’in yanına gelip çiçekleri vermek isteyince, Fatih: “Padişah benim, ama o da benim öğretmenimdir !” diyerek çiçeklerin ona verilmesini istedi.
Fatih, Bizans halkının tezahüratı ve alkışları, Türk askerinin tekbir sesleri arasında İstanbul’a girerek FATİH unvanıyla Ayasofya’ya gitti. Burada toplanan, sayıları on bini bulan kadınlı erkekli halk ve papazlar, İstanbul’un genç fatihini kapının önünde, atının üzerinde görünce ağlayarak yere kapandılar. Büyük Türk Hakanı, onlara sakin olmalarını söyledi. Sonra Patrik’e döndü: “Ayağa kalk! Ben Sultan Mehmet, sana ve arkadaşlarına ve bütün halka söylüyorum ki bu günden itibaren artık ne hayatınız ve ne de hürriyetiniz hususunda benim gazabımdan korkmayınız” dedi.
Tarihte bu sahneleri yaşayan çok az hükümdar olmuştur. Düşmanını affeden, onları misafir gibi ağırlayan, iltifatlarda bulunanlar sadece Türk Hakanları olmuştur. İşte Fatih bu hakanlardan birisidir. İstanbul içindeki binlerce halkı, Ayasofya’ya saklanan on bine yakın insanı sevgiyle kucaklamıştır.
Fatih, Ayasofya’nın boşaltılmasını, içindeki Hıristiyanlara ait mukaddes eşyaların çıkarılmasını ve burasının cami yapılmasını emretti.
Fatih, Ayasofya’yı takdirlerini belirterek gezdi. İkindi vakti, burada ezan okunmasını istedi. İkindi namazını Ayasofya’da kendisi kıldırdı.
Fatih, Ayasofya’dan ayrılınca, şehirde kısa bir inceleme gezisi yaptı. İmparatorun cenazesinin gereği gibi kaldırılması emrini verdi. Sonra otağına döndü.
Akşama doğru Bizanslılar emniyette olduklarını gördüler. Galata’ya sığınan ve imparatordan sonra en nüfuzlu kişi olan Notaras tekrar İstanbul’a döndü. Fatih bir iki defa Notaras’ı huzuruna kabul etti. Hasta olan eşini evinde ziyaret ederek gönüllerini aldı.
FATİH VE İNSAN HAKLARI:
Fatih Sultan Mehmet Hıristiyan topluluğuna çok iyi davrandı. Asil esirlerin fidye karşılığı serbest kalmalarını sağladı. İsteyene şehirde yerleşme izni verdi. Bunları vergiden muaf tuttu. Pek çoğuna ev verdi. Bazılarını da Haliç kenarına yerleştirdi.
Fatih, İstanbul’un harap olan yerlerinin derhal onarılmasını istedi. Ayrıca yeni binalar yaptırdı. Bu inşaatlarda esirleri çalıştırdı. Onlara oldukça fazla bir gündelik vererek fidyelerini vermelerini kolaylaştırdı. Esirlere kötü davranılmasını yasakladı.
Fatih İstanbul halkına çok iyi davrandı. Hıristiyanlara büyük imtiyazlar tanıdı. Onlardan gelen istek ve arzularının daha fazlasını onlara verdi. Bunları tamamen insanî duygularla yapmıştır. İstanbul’daki bütün insanlara ibadet serbestliği verdi. Fetihten hemen sonra topluluğun arzusu ile Georgios Skholarios’u Hıristiyan topluluğunun ruhanî başkanı olarak seçti. 06 Ocak 1454 tarihinde de onu II. Gennadios adıyla makamına oturttu. Ayrıca, ona değer vermiş, yemeğe çağırmış ve hediyeler vermiştir.
Fetih sırasında dürüst davranan Yahudi cemaatine de havralarına sahip olma hakkı tanıdı. Haham Rabbi Maise Kapsali’ye iyi davrandı.
1461 tarihinde Bursa’daki Hovakim’i (Yovakim/Ovakim) İstanbul’a getirerek Ermenilerin başına Patrik yaptı. Böylece bütün cemaatlere aynı yakınlığı ve şefkatini göstermiştir.
Fatih’in en büyük insanlığı, fetihten sonra, İstanbul’da hiçbir kimsenin canına, malına dokunmayışıdır.
FETHİN YANKILARI:
İstanbul’un Türkler tarafından fethedilmesi bütün dünyada büyük yankılara sebep oldu. Avrupa’da korkunç bir felâket olarak kabul edildi. Büyük üzüntü yarattı.
Avrupa’nın bütün derdi, Türkleri Avrupa topraklarından atmaktı. Niğbolu’nun öcünü almak bahanesiyle karşılarında 12 yaşında bir padişah görünce iştaha kapılan Haçlılar, 1444 yılında Varna’da, 1448 yılında Kosova’da derslerini almışlardı.
Şimdi durum daha değişik bir hal almıştı. Haçlılar savaşa katılmadan “Osmanlı tokadı”nı yemişlerdi. Bizans’ın Türklerin eline geçmesiyle, Doğu Roma İmparatorluğu sona ermiştir. Böylece burada siyasi coğrafya değişmiş, Avrupalıların Türkleri kovmak istedikleri topraklar, şimdi tamamen Türklerin eline geçmişti.
Avrupa yas tutarken İslam âleminde büyük sevinçle karşılandı. Kahire’de kutlamalar günlerce sürdü. Geceleri her taraf aydınlatıldı. Memlûk Sultanı Fatih’e elçi göndererek kendisini tebrik etti.
HZ. MUHAMMET’İN MÜJDESİ:
İstanbul, tarihin her döneminde başka milletlerin gönlünde yaşayan, ama ulaşamadıkları bir hedef olmuştur. Bizans adı, Doğu Roma İmparatorluğu adından daha yaygındır. Bizans, defalarca kuşatılmasına rağmen alınamamıştır. Müslümanlar da Bizans’a kayıtsız kalmamışlardır. Çünkü bunu bir görev sayıyorlardı. Hz. Muhammet 653 yılında bu olayı şöyle müjdelemişti:
“Kostantıniyye (İstanbul) şüphesiz fethedilecektir. Onu fetheden komutan ne güzel komutandır. Bu asker ne güzel askerdir.”
Peygamberimizin bu müjdesine ulaşmak, Müslümanlar için en önemli fetih amacıdır. İstanbul, Müslümanlar için ideal olmuştur. Peygamberimizin müjdelediği saadete ulaşmak en büyük mutluluk olarak kabul ediliyordu. Emevîler ve Abbasîler zamanında kuşatılmış ama alınamamıştı. Güzelcehisar’ı (Anadolu Hisarı’nı) yaptıran Yıldırım Bayezit de İstanbul’u kuşatmış ama bu kuşatma yarım kalmıştı.
21 yaşındaki Osmanlı Hakanı Fatih Sultan Mehmet, Hz. Muhammet’in müjdesini verdiği, kutlandığı komutandır. 29 Mayıs 1453 Salı günü İstanbul’u alan Türk askeri de, “... ne güzel askerdir” diye kutlanan askerdir.
Fetihten sonra, Akşemsettin, gördüğü bir rüya üzerine, Emevîler döneminde, 668 yılında, İstanbul’u kuşatma sırasında şehit düşen, Arap ordusu komutanı ve peygamberimizin yakını olan Ebu Eyyub-i Ensari’nin (Eyüp Sultan’ın) mezarını bulmuştur.
İstanbul’un fethi, bütün Türk tarihinin en önemli, en muhteşem ve en şerefli olayı olarak kabul edilir. Ortaçağ’ı kapatıp, Yeniçağ’ı açmanın hiçbir şeyle ölçülemeyecek derecede muazzam olan bir şerefi vardır. Bu şeref, Türk milletine ve onun büyük Hakanı Fatih Sultan Mehmet’e aittir. Bu olay bizlere sonsuz bir mutluluk vermektedir.
KAYNAKLAR
Öztuna, Yılmaz, Başlangıcından Zamanımıza Kadar Büyük Türkiye Tarihi, C. 2, Ötüken Yayınevi, İstanbul, 1983.
Tansel, Selahattin, Fatih Sultan Mehmet’in Siyasî ve Askerî Faaliyetleri, Millî Eğitim Bakanlığı Yayınları, İstanbul, 1999.
Orhunlu, Bilge, “İstanbul’un Fethi ve Bazı Meseleler”, Yeni Hayat, Mayıs 1996, Yıl. 7, S. 19.
Büyük Larousse Sözlük ve Ansiklopedisi, C. 15, Milliyet, İstanbul, 1983.
Meydan Larousse Lügat ve Ansiklopedisi, C. 8, Meydan Yayınevi, İstanbul, 1985.
Ana Britannica Genel Kültür Ansiklopedisi, C. 1 ve 15, Ana Yayıncılık AŞ., İstanbul, 1989.
Türk Ansiklopedisi, C. XVI, Millî Eğitim Bakanlığı Yayınları, Ankara, 1968.
Yeni Hayat Ansiklopedisi, C. 1 ve 5, Doğan Kardeş yayınları, İstanbul, 1980.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder